031_40

31 HIRSIZ KİM?

Salomon ve Mişon maça gitmişler. Mişon birden kasayı kilitlemediklerini hatırlatmış. Salomon,

Ne fark eder, ikimiz de buradayız, diye cevap

vermiş.

32. BURASI TEKSAS

Teksas’ta; üzerindeki her şey gümüşten bir kovboy bir bara girmiş. Pantolonunun püskülleri gümüşten, mahmuzları gümüşten; kurşunları gümüşten, tabancasının kabzası gümüş… Gümüşi kovboy gümüş bir dolar atıp Arjantin bira istemiş: Yaşlı bir müşteri gümüşten kovboyun yanına takdirle gelmiş: Hoş beşten sonra, kovboydan tabancasını rica etmiş: Kovboy zararsız gördüğü ihtiyara gümüş tabancayı şişinerek vermiş. İhtiyar silahı incelemiş incelemiş,

– Sen bunun arpacığını eğele, demiş.

– Neden, diye ‘sormuş gümüşi kovboy:

– Evladım burası Teksas, silahı insanın kıçına sokarlar, çıkarken yırtmasın, demiş koca ihtiyar.

33. TARZAN’IN SON SÖZLERİ

Ormanda Tarzan’dan bir ses:

Aaaaaahhhh, sarmaşıkları kim yağladı?

34. SÜPER TREN

Süper tren sonunda gerçekleşmiş, İstanbul ile Ankara’nın trenle arası üç saate inmiş. İşadamının biri İstanbul’dan süpertrene binmiş, tren kalkmış, adam birden bire Ankara’daki toplantı için şart olan belgeyi almayı unuttuğunu farkedip basmış feryadı. Panik içinde trenden inmek istemiş.

– Olmaz, kardeşim, bu tren durmaz, demiş şef kondoktör.

Adam çok sızlanınca,

– Tek şansın var, Gerede’de tren yavaşlayacak o zaman atlarsan atlarsın, yalnız gidiş yönüne atla ve son sürat koşmaya devam et, yoksa parçalanırsın, demiş kondoktör.

Adam söyleneni yapmış, atlamış, son sürat koşuyor. En arka vagondaki restoranda oturan iki kişi, vah zavallı, yetişmek için amma koşuyor diye, kollarından tuttukları gibi trene almışlar adamı.

35. BONAPETİ

Gemide bir Rum ve bir Fransız aynı masayı paylaşıyorlar. Rum her seferinde erkenden oturup yemeğe başlıyor. Fransız daha geç gelip,

– Bonapeti, yani Fransızca afiyet olsun, diyerek oturuyor. Rum bunu adamın adı sanıp o da kendini tanıtıyor ve

– Niko di Popolipus, diyor. Ama, adam her seferinde gelip adını niye söylüyor diye bozulup duruyor.

Bir keresinde de çok bozulup Fransız’ın boynuna sarılıyor.

– Dur ne yapıyorsun, diyorlar.

– Adam beni geri zekalı sanıyor, her zaman ismini söylüyor, sanki ben anlamıyormuşum diye, Mösyö ‘ Bonapeti mi ne?

– Yok yahu, o afiyet olsun demek.

– Ne, diyor Rum, alnından vurulmuşçasına, gidip Fransızı buluyor, özür dileyerek,

– Bonapeti, bonapeti, diyor. Fransız da,

– Niko di Popolipus, diyor.

36. KAHVE FALI

Adamın basuru varmış. Kahve telvesi tavsiye etmişler, sürmüş ama basur iyice azmış. Doktora gitmiş, doktor,

– Eğil bakayım evladım, demiş, bakmış, bakmış, sana bir kısmet görünüyor, üç gün mü desem üç ay mı, acep?

37. KULAK

Doğum evinin bekleme salonunda adamın biri perişan, etrafta bebeğini kucağına almayan baba kalmamış, o perperişan bekliyor. Nihayet karısının doğum odasının kapısı açılıyor. Asık suratlı bir hemşire beliriyor:

– Kız mı oğlan mı, diye atılıyor adam.

– Kız mı oğlan mı diye sormadan önce hayatta mı diye sorulur!

– Özür dilerim, hayatta mı?

– Hayatta ama sevinme, bacakları yok! – Aman Allahım!

– Kolları da yok!

– Anneee… Görebilir miyim onu?

İçeri girer ama gördüğü şey; bacaksız, kolsuz bir bebek değil, kocaman bir kulaktır.

– Yavruuum, diye sızlanır adam.

– Bağır; ağır işitiyor.

38. CİNSİYET FARKI

Zeytin dalı taşıyan güvercinin cinsiyetini sormuşlar:

– Garanti erkektir, dişi olsaydı çenesinden dolayı düşürürdü.

39. ÖF NE ŞOFÖRMÜŞ

Bardan içeri bir adam girer. Gözleri irileşmiş, panik içindedir.

– Bana bir viski, hemen! Viskisini bir dikişte içer,

– Öff ne şoförmüş. Bir viski daha lütfen. Viskiyi diker. Bir daha. Bir daha…

– Öff ne şoförmüş.:.

– Kardeşim, ne oluyorsun, ne şoförü, diye sorar barmen.

– Arkadaş; barın önüne benim kötü volkswagen’i park etmeye çalışıyordum, arkadan bir korna… Baktım bir TIR, yanaşmaya çalışıyor TIR şoförü,

– Çekil de park edelim, diye bağırdı.

– Buraya park edebilen şoförün kıçını öperim; dedim.

– Sonra?

– Öff ne şoförmüş!

40. KURU FASULYE

Adamın birinin dediği dedik bir kadın olan sevgilisi kuru fasulyeye düşmanmış. Evlenme teklifini kuru fasulye yememek şartıyla kabul etmiş. Evlilikleri uzun sürmüş. Yirmi beşinci evlilik yıl dönümlerinde kadın,

– Akşama gecikme. Parti veriyorum. Sürpriz var. Akşam eve geldiğinde karısı kapıda adamın gözlerini bir çırpıda bağlamış.

– Sürpriz var, ben demeden bağı açmayacaksın. Adamı elinden tutarak mutfağa götürmüş. O sırada telefon çalmış; kadın sakın açma diyerek telefona gitmiş. Konuşma sürüyor da sürüyor. Adam şöyle düşünmüş, burası mutfak, karım bana kuru fasulye pişirdi. Bu arada feci bir gaz adamı sıkıştırmış. Adam yellenmeye başlamış, nasıl olsa karısı uzakta, telefonda. El yordamıyla pencereyi açmış. Derken pantalonunu ve donunu çıkarmış, sallamış, koku gitsin diye, rahat rahat yellenmiş. Bu sırada telefon kapanmış, kadın gelmiş.

– Gözündeki bağı çözeceğim, sürpriz!

Adamın gözleri ışığa alışınca gördüğü manzara şu: Sofrada kuru fasulye çanağı yerine; masada şaşkınlık içinde oturmakta olan hala, teyze, anne, baba; amca, hayattaki bütün akrabalar…

Yöresel Tatlar

Yöresel Tatlar

YÖRESEL TATLAR

PERİ BACALARINDA GASTRONOMİ TURU

Kapadokya yöresinin zengin lezzet seçeneklerini sıra dışı kılan unsur, peri bacalarına oyularak yapılmış lokanta, bar ve gece kulüplerinin gizemli atmosferi. Yörede ne yerseniz yiyin, peri bacalarının içinde oluşturulmuş gerçeküstü dünyaya hayran kalacaksınız.

Kapadokya, zengin bir mutfağa sahip. Türkiye’nin her yöresinin özgün tatlarını taşıyan yemeklerden çok mekanlar ilginizi çekecek. Bir çağlar öncesi filmin gerçeküstü dekorunu andıran peri bacalarının içine oyularak yapılan barlar ve restoranlar büyüleyici. Testi Kebabı yörenin spesiyalitelerinden. Fakat Kapadokya’ya gidince mutlaka yapmanız gereken şey, yöre üzümlerinden elde edilen şarapların tadına bakmak. Kayalara oyulmuş peri bacalarından oluşturulmuş bar ve restoranlarda nefis şarapların tadına bakacak, atmosferin zenginliği karşısında şaşıracaksınız.

Kapadokya’da uğramadan geçilmeyecek merkezlerden birisi de Avanos. Bunun iki nedeni var. İlki, Kızılırmak’ın kendine has çamurundan yapılan ve başka hiçbir yerde bulamayacağınız çanak, çömlek alışverişi. İkinci neden ise yemek. Özellikle de güveçte kuru fasulye. Yörenin kendine özgü baharatlar ve pişirme tarzıyla yapılan bu kuru fasulye güveci mutlaka tatmalısınız.

Ürgüp halkının bir kısmı 1700’lü yıllarda Osmanlı sarayında çalıştığı için, sarayın kültürü, nezaketi-örf ve adetleri ve yemekleri, (nohutlu yahni, zerdeli pilavı, mantı, ayva ve elma dolması, kayısı yahnisi, aside, bulamaç, tandır fasulyesi) bölgeye getirilmiş. Ancak bugün bu yemekleri bulabilmek neredeyse imkansız gibi… Yine de bu geleneğin izlerini taşıyan hünerli aşçıların yemeklerini çok beğeneceksiniz.



NEVŞAH
Nevşah, Kapadokya bölgesinde yetişen “Emir” üzümlerinden elde edilen önemli Türk şaraplarından biri. Kapadokya yöresinin volkanik yapısından kaynaklanan tüflü toprağının belirgin etkilerinin tat ve kokusuna taşıyan Emir’den üretilen Nevşah, bu üzümün tüm varyetal özelliklerini belirgin bir şekilde yansıtan sek bir beyaz şarap.

Yeraltının Derinliklerinden Perilerin Bacalarına KAPADOKYA

Yeraltının Derinliklerinden Perilerin Bacalarına KAPADOKYA

Yeraltının Derinliklerinden Perilerin Bacalarına KAPADOKYA

Güzel Atlar Ülkesi… Perslerin verdiği adla Kapadokya, akıl almaz bir doğa parçası… Büyüleyici ve gizemli… Doğa harikası peri bacalarının yanı sıra Hristiyan keşişlerinin kayalara oydukları kiliseler ile bağlantıları henüz tam çözülemeyen yeraltı şehirleri ve balonla yapılacak çarpıcı Kapadokya turu bölgenin çekici özelliklerinden….

Coğrafi oluşum peri bacalarını oluştururken, insanlar da bu yapıların içlerine evler, kiliseler oymuş ve fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyet izlerini günümüze taşımış.

Helenlerin dilinde aldığı biçimiyle Cappadocia, ya da orijinal adıyla Katpatuka, yerleşik kanıya göre eski İran dilinde “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına geliyor. “Türkiye’deki Tarihsel Adlar’” ismiyle bir kitap yazmış olan Bilge Umar ise, bu ismi yörenin baş tanrısı Khepat’dan geldiği ve Khepat-ukh yani Khepat Diyarı anlamına geldiği kanısında. Üzerinde taşıdığı kültürel ve tarihsel zenginlik nedeniyle UNESCO tarafından korunması gereken bölgeler arasına alınan ve dünyanın 8. harikası olarak kabul edilen Kapadokya, bugünkü Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir şehirlerinin kapladığı alanda bulunuyor. Yöreye o ünlü doğal manzarasını sağlayan kayalık alan ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibaret. Dünyanın en ilginç yeryüzü oluşumlarının yer aldığı Kapadokya bölgesinde, 10 değişik uygarlığa ait 429 tescilli yapı ve 64 sit alanı bulunuyor. Bu yapılar, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet döneminden kalma ve 2’si askeri, 70’i dinsel ve kültürel, 357’si ise sivil mimari örneği. Bölgede ayrıca, Tunç Çağı’ndan başlamak üzere Asur ticaret kolonileri, Hitit, Frig ve Grek dönemlerine ait 48 adet arkeolojik, 3 adet kentsel, 4 adet tarihi ve 9 adet de doğal sit alanı bulunuyor.

BALON TURU



Kapadokya’ya geldiyseniz bir balon turu yapmadan bölgeden ayrılmayın. Büyüleyici vadilerin ve gizemli peri bacaların üzerinden balonla bir Kapadokya turu sözcüklerle anlatılır gibi değil. Kapadokya’nın nefes gezen güzellikleri, bir saate yakın süren balonla gezide doruğa çıkıyor. 5-6 kişilik balonlar 300-400 metreye kadar yükselebiliyor.


Kapadokya’nın doğal bitki örtüsünü, vadi boylarında görülen söğüt, kavak, ceviz, badem, elma, armut gibi ağaçlar oluştururken, düzlüklere yayılmış kuşburnu, diken ve kekik bitkiler de çeşitliliği arttırıyor.

PERİLER VE BACALARI: DOĞANIN ESTETİĞİ
Bugün Kapadokya’da büyük bir hayranlıkla izlenen coğrafi oluşumların milyonlarca yıl önceye giden uzun bir öyküsü var aslında. Bölgeyi çevreleyen üç büyük yükselti Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağı bundan yaklaşık 10 milyon önceki jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu yanardağlardan püsküren lavlar zamanla bölgenin geniş platolarını, akarsu ve göllerini yani 25 bin kilometre karelik bir alanı yaklaşık 100 metre kalınlığında bir lav tabakasıyla örttü. Doğa, başta Kızılırmak olmak üzere bölgedeki akarsu ve gölleri, sel suları, rüzgar erozyonu ve tüm diğer enstrümanlarıyla Tüf adı verilen ve volkanik küllerin çamurla karışımından oluşan farklı sertlikteki bu kayaları milyonlarca yıl boyunca aşındırıp oyarak bölgeye yavaş yavaş bugünkü pitoresk görüntüsü verdi. Dik yamaçlardan hızla aşağı inen sel suları, karşılarında bulduğu farklı sertlik ve dirençteki volkanik malzemeden en usta heykeltıraşları bile kıskandıracak güzellikte şapkalı, mantar biçimli, konik, sütunlu ya da sivri yapıtlar yarattı. Özellikle Ürgüp ve civarında çok rastlanan şapkalı peri bacalarının sırrı, gövde ve şapkayı oluşturan kayaların farklı dirençlere sahip taşlardan, yani tüf ve lahar ya da ignimbirit türü sert kayaçlardan oluşmuş olmasıydı. Yağmur suları, coşkulu akarsular bununla da kalmadı, vadi yamaçlarını da rötuşlayarak ilginç kıvrımlardan arkaplan fonları, yamaçlardaki lav tabakalarının ısı farklarından yararlanarak büyüleyici bir renk cümbüşü yarattı. Yaklaşık 10 bin yıl önce neolitik çağın insanları yöreye geldiklerinde karşılarında işte böylesine görkemli bir manzara buldular.




Kapadokya coğrafyası, doğanın iki karşıt gücünün jeolojik yapıyı şekillendirmesiyle oluşmuş. Bu karşıt güçlerden ilki, Orta Anadolu yanardağlarının sürekli faaliyet halinde bulunduğu ve bölgenin lav gibi volkanik unsurlarla kaplandığı yapılanma, diğeri de volkanik yapılanmadan sonra su ve rüzgarın etkisiyle başlayan ve halen devam eden aşınma.

MASALLAR ÜLKESİNDE YÜRÜYÜŞ
Kapadokya’nın bir başka sıradışı yanı da trekking turlarına olanak vermesi. Hayaller ülkesinde trekking, katılanlara, çağlar öncesinin serüvenci ruhunu yaşatıyor.
Kapadokya, volkanik yapısı, kayalar içine oyulmuş evleri, peri bacaları ve çevredeki konaklama ve kamp olanaklarıyla unutulmaz bir trekking parkuru sunuyor.



İç Anadolu Bölgesi Uygarlıklar Beşiği

İç Anadolu Bölgesi Uygarlıklar Beşiği

İÇ ANADOLU BÖLGESİ UYGARLIKLAR BEŞİĞİ

Anadolu toprağı, yüzyıllardan beri süregelen medeniyetlerin sayısız izleri ile dolu. Hangi köşesine gitseniz bu bölgede hakimiyet kurmuş başka bir uygarlığın izleriyle karşılaşırsınız. Çatalhöyük’te M.Ö. 8000’li yıllara kadar uzanan tarihi kalıntılar, Alacahöyük’te Hititler’in başkenti Hatttuşaş’ın izleri, Konya’da Mevlana Türbesi’nde semazenlerin uhrevi dönüşleri, Eskişehir yakınlarında Frigyalı Kral Midas’ın mezarına kadar…

Anadolu platosu öyle coğrafyadır ki Büyük İskender’den Timurlenk’e kadar tarihin ünlü şahsiyetlerinin resmi geçidini sunar adeta. Orta Anadolu’da Hattilerden, Hititlere, Frigyalılardan Galatlara, Romalılardan Bizanslılara, Selçuklulardan Osmanlılara kadar sayısız medeniyetin izlerine tanık olursunuz. Bölgede yer alan tarihi izleri, dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde izlemek mümkündür. Bir başka kaçırılmaması gereken yer de Ankara’ya 200 km uzaklıktaki Boğazköy/ Alacahöyük Milli Parkı’dır.



ANKARA

Kentte yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin yanı sıra çok sayıda tarihi eser meraklıların ziyaretine açıkOrta Anadolu’nun kalbinde Türkiye devletine başkentlik yapan Ankara’nın tarihi, bugünkü modern görünüşüne rağmen Bronz çağındaki Hatti uygarlığına kadar uzanır.



Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Müzede, Anadolu Arkeolojisi, Paleolitik çağdan başlayarak, Neolitik, Eski Tunç, Asur Ticaret Kolonileri, Hitit, Frig, Urartu dönemlerine ait, Karain, Çatalhöyük, Hacılar, Canhasan, Beyce Sultan, Alacahöyük, Kültepe, Acemhöyük, Boğazköy Gordion, Pazarlı, Altıntepe, Adilcevaz, Patnos kazılarından gelme çeşitli koleksiyonlar ve çeşitli dönemlere ait örnekler, Osmanlı Dönemi mekanlarında kronolojik bir sırayla sergileniyor.
M.Ö. I. binin ikinci yarısından başlayarak, Roma ve Bizans dönemlerine ait altın, gümüş, cam, mermer, bronz eserler ile ilk kullanılan sikkeden başlayarak günümüze kadar olanları da içine alan sikke koleksiyonları, Müze’nin nadir kültür varlıklarını temsil ediyor.
Müze Tel : (+90-312) 324 31 60 – 312 62 48



Anıtkabir
Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedî istirahatgâhının bulunduğu Anıtkabir, Rasattepe’ de yer alıyor. Mimarları Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda. 1944 yılında  yapımına başlanan anıt, 1953’te tamamlanmış. Anıtkabir kompleksi içindeki üniteler; İstiklâl Kulesi, Hürriyet Kulesi, Aslanlı Yol, Müdafaa-i Hukuk Kulesi, Mehmetçik Kulesi, Zafer Kulesi, Barış Kulesi, 23 Nisan Kulesi, Misak-ı Milli Kulesi, İnkılâp Kulesi, Zafer Kabartmaları, Mozole – Şeref Holü.

Augustus Tapınağı
Ulus’ta Hacı Bayram Cami bitişiğinde yer alıyor. M.Ö. II. yüzyılda Frigya Tanrıçası Men adına yapılmış olan tapınak zamanla yıkılmış. Bugün kalıntıları bulunan tapınak ise son Galat Hükümdarı Amintos’un oğlu Kral Pylamenes tarafından Roma İmparatoru Augustus  adına bir bağlılık nişanesi olmak üzere yaptırılmış. Bizanslılar zamanında çeşitli eklemeler yapılıp, pencereler açılarak kilise haline getirilmiş. Etrafı dört sütunla kuşatılmış dört duvar halinde.


Ankara KalesiAsırlardır kentin bekçiliğini yapan Ankara Kalesi kentin sembolü. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber ilk kez Romalılar tarafından yapıldığı fikri yaygın. Selçuklular  tarafından onartılıp genişletilmiş. Kurulduğu tepe yanında akan (Hatip Çayı) Bent deresinden 110 metre yüksekte. Kale, iç ve dış kale olmak üzere iki kısım. Yirmiden fazla kulesi var. Dış kale eski Ankara şehrini yürek biçiminde  çevirir. Dört katlı olan iç kale kısmen Ankara taşından kısmen de toplama (spoliyen) taşlarla yapılmış. İç kalenin iki büyük kapısı olup, birisi dış kapı, diğeri hisar kapı adını taşır. İç kaledeki kulelerin yüksekliği 14 ile 16 m. arasında değişiyor.

Kızılcahamam Milli Parkı
İç Anadolu coğrafyasında Kuzey Anadolu’nun gür ve ormanlık bölgelerine geçiş kuşağında yer alan Kızılcahamam Milli Parkı; iki ana vadiye açılan pek çok yan dere ve vadiler arası düzlüklerden meydana gelen jeomorfolojik bir yapıya sahip. Bu arazi yapısı üzerinde, doğal görünüşünü koruyan karaçam, sarıçam, meşe ve kavak ağaçlarından oluşan ve alt flora türleriyle zenginleşmiş bir orman dokusu bulunuyor.Yaban domuzu, ayı, kurt, tilki, geyik, sansar ve akbabalar sık görülebilen yaban hayvanları. Cafe, restoran gibi tesislerin yer aldığı parkta bungalowlarda da konaklayabilirsiniz.
Ankara’ya 78 km uzaklıkta.

Gölbaşı
Konya Yolu üzerinde Mogan Gölü’nün kıyısında yer alan Gölbaşı, Ankaralıların mesire yeri. Çevresinde plaj ve gazinoların yanı sıra restoran ve kahvelerde mevcut. Sıcak yaz aylarında deniz özlemini bir parça da olsa gideren bir gezi alanı olan Gölbaşı’nın kıyıları kayık gezileri için de elverişli. Ayrıca Gölbaşı’nda hava sporları etkinlikleri de düzenleniyor.
Ankara’nın 25 km güneybatısında yer alıyor.

Çubuk Barajı
Baraj çevresindeki ormanlık alan içinde gazinolar, piknik yerleri, yürüyüş alanları ve kır kahveleri bulunuyor. Motor gezileri içinde elverişli olan baraja belediye otobüsü ile gitmek mümkün.
Ankara’ya 12 kilometre uzaklıkta.

Tuz Gölü
Ankara’nın güneydoğusundaki Şereflikoçhisar’a yaklaşırken, batıya doğru parlayan ışık size Tuz Gölü’nün yaklaştığını bildirir. Tuz kristallerinin şiddetli beyazlığı ve parıltısı aldatıcı bir biçimde kar ve buz görüntüsünde. Tuz Gölü, Melendiz ırmağı, pek çok küçük akıntı ve yeraltı tuzlu su kaynaklarıyla besleniyor. Tuz Gölü, 1500 kilometrekarelik alanıyla Van Gölü’nden sonra Türkiye’nin ikinci büyük gölü. Göl çevresinde ülkenin değişik kısımlarından gelen insanların kurduğu pek çok yeni köy var. Gerçekten de tuzun berrak göl suyu altında gümüş gibi pırıldayan garip manzarasını görmek için gelmeye değer. Turist kafileleri göl kıyısında durduğu zaman hiç kimse tuzlu zeminde dolaşmaya dayanamaz. Eteklerine ve pantolonlarına sıçrayan suları hiçe sayarak bu doğaüstü beyaz dünyanın içinde yürüme hissinin tadını çıkarırlar. Ve sıçrayan sular kuruduğu zaman, geriye Tuz Gölü’nün kalıntısı olarak ince bir tuz tabakası kalır.



ESKİŞEHİR

Eskişehir, değişik kültürleri bünyesinde barındıran tarihi, doğal güzellikleri ve folkloru ile Türkiye’nin en önemli kültür, sanat, turizm ve sanayi merkezlerinden biri. Eskişehir’de (Doryleaum) ilk yerleşim M.Ö.3500 yıllarına dayanıyor. Lületaşı ve şifalı sularıyla tanınan kent, çok sayıda tarihi esere de ev sahipliği yapıyor. Eskişehir’e 90 km. uzaklıktaki Yazılıkaya Köyü bitişiğinde yer alan Frig Vadisi; Frig Krallığı, Lidya Krallığı ve Pers İmparatorluk dönemine ait çok sayıda kalıntı barındırıyor. Erken Tunç Çağlarında yerleşim görmüş olan Midas (Yazılıkaya) ise Friglerin dini merkezi olan önemli bir antik şehir. Hititlerden sonra Frig kenti olarak gelişen Yazılıkaya’da Frig kültürüne ait kale duvarları, yerleşim yerleri, kaya kabartmaları, kaya anıtları, su sarnıçları, sunak yerleri, karlıklar, kaya mezarları, basamaklı anıtlar, nişler, antik yollar olmak üzere 33 adet eser bulunuyor.



GordionYassıhöyük (Gordion) Frigya’nın başkenti ve Büyük İskender’in Asya’nın anahtarını elde etmek için Kör Düğümü kestiği yer. Burada Kral Midas’ın tümülüsünü ziyaret edebilirsiniz. Civarda, hala kazı çalışmaları devam eden Gordion antik kentinin kalıntıları ve küçük müze görülmeye değer yerler.

KÜTAHYA

Çini ve porselenleri dünyaca meşhur Kütahya, tarih boyunca pek çok ilke tanık olmuş. Dünyanın ilk antik borsası Çavdarhisar İlçesindeki Aizanoi’de kurulmuş, dünyadaki ilk toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766’da Kütahya’da imzalanmış, dünyadaki ilk ve tek çini müzesi yine Kütahya’da. Şehirin geçmişi M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanıyor. Kütahya’nın antik çağda ilk ev sahipleri Frigler. Friglerin ardından Roma, Bizans, Germiyanoğulları ve Osmanlı egemenliğine giren kentte bu uygarlıklardan günümüze kalan çok sayıda eser bulunuyor. Roma döneminde piskoposluk merkezi olan Kütahya’da bu döneme ait en önemli eser Aizanoi Antik Kenti. Zeus tapınakları içinde dünyada en iyi korunan tapınağın Aizanoi’de olduğunu belirtmekte fayda var. Ünlü gezgin Evliya Çelebi’de Kütahyalı.


Aizanoi Antik Kenti
Aizanoi’nin ismi Zeus’un Su Perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden meydana gelen Frigyalıların öncülü Azan isimli mitoloji kahramanından kaynaklanmakta. Aizanoi antik kenti Frigya’ya bağlı yaşayan Aizanitislerin ana yerleşmeleriydi.
Zeus Tapınağının çevresinde yapılan kazılarda M.Ö. 3000 yıllarına ait yerleşme tabakaları çıkmış. Ancak kesin kentleşme bulgularına 1. yüzyılın sonlarına doğru rastlanılmakta.
Roma İmparatorluğu döneminde, tahıl, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşmiş. Erken Bizans döneminde (M.S.395) Piskoposluk merkezi iken 7.yüzyıl’dan itibaren önemini yitirmiş. Selçuklu döneminde Çavdar Tatarları tarafından üs olarak kullanılmış (13.yy), bu yüzden Çavdarhisar adını almış.
Kütahya’ya 57 km. uzaklıktaki Çavdarhisar İlçesinde.

Zeus Tapınağı
Tapınağın olduğu yer şehrin ana kutsal alanı ve Dünyadaki Tanrı Zeus adına yapılmış tapınakların en sağlamı. Tapınağın İmparator Hadrian döneminde yapıldığı duvardaki kitabeden anlaşılmakta. Tapınak 53 x 35 m. ölçülerindeki podyum üzerine yapılmış olup, kısan yanların her birinde 8, uzun yanlarında 15’er İyon Sütunu var.

AFYON

Adını şehrin güneyinde bulunan kaleden ve afyon bitkisinden alan şehir; doğası, zengin tarihi ve kaplıcalarıyla gün geçtikçe gelişen bir turizm potansiyeline sahip. Afyon’a gidenler şehrin dillere destan kaymağını, vişneli ekmek kadayıfını ve sucuğunu mutlaka tatmalı.

KONYA

İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olan Konya, çok sayıda medeniyetin izini taşıyor. Sayısız tarihi, kültürel ve doğal zenginliğe sahip olan kent, tarih boyunca İpek Yolu’nun en önemli ticaret ve konaklama merkezlerinden birisi olmuş. Çok sayıda islam aliminin yetiştiği Konya, Türk-İslam mimarisinin sayısız örneğine de ev sahipliği yapıyor.



Mevlana Türbesi ve Dergahı
Türbenin temeli 1230 yılında, Mevlana’nın babası Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veledin vasiyeti üzerine buraya gömülüp, üzerine basit bir türbe yapılmasıyla oluşmuş.Mevlana’nın ölümünden sonra ise Pervane Muiniddin ve karısı Gürcü Hatun tarafından buraya bir türbe yaptırılmış. Türbe daha sonra dini ve sosyal işlevli mimari eklemeler yapılarak günümüzdeki şekliyle bir Mevlevi dergahı haline getirilmiş. Müzede Mevlana ve diğer Mevlevilere ait veya çeşitli yollarla dergaha gelmiş değerli yazmalar, hat ve tezhip örnekleri, maden cam ve ahşap eserler ile Mevlevi musikisi enstrümanları, halı ve kilimler sergilenmekte. Mevlana’nın ölüm yıldönümlerinde, Şeb-i Aruz (Düğün Günü) olarak adlandırılan günlerde havuz etrafında sema töreni yapılıyor.

Meke Krater Gölü
Bir doğa harikası olan Meke Krater Gölü ve Gölde yaşayan Meke Kuşları, Acı Göl antik bir şehir kalıntısını içeren Çırayı Göl, Meyil Gölü Konya’nın doğal cennetleri. Gölde, iç içe iki krater gölünü barındırıyor. Sakarmeke, çamurcun, yeşilbaş, angıt, kızılbacak, uzunbacak, kızkuşu, kuyruksallayan, kuyrukkakan ve delice doğan gibi kuş türlerine ev sahipliği de yapan gölün oluşumu şöyle: Binlerce yıl önce volkanik patlama sonucu oluşan krater, zamanla suyla dolarak göle dönüşmüş. Daha sonra bir ikinci volkanik patlama meydana gelmiş ve gölün ortasındaki ikinci volkan konisi oluşmuş. Zamanla o da suyla dolarak ikinci bir göle dönüşmüş… Deniz seciyesinden 981 metre yükseklikteki Meke Gölü’nün ortasında bulunan ve su seviyesinden 50 metre yükseklikteki volkan konisindeki göl 25 metre derinlikte.
Konya’ya 101, Karapınar ilçe merkezine ise 8 kilometre uzaklıkta.Ü

Meram Bağları
Meram, Takkeli Dağların güneydoğu eteklerinde vadiye kurulmuş. Eski Meram Bağları, şehrin 5-6 km batısından başlayıp, Dere’ye ulaşan yeşil vadiye kadar uzanıyor. Bugün bu doku yapılaşma nedeniyle bozulmuş. Tarih boyunca suyu, havası ve bağları seyahatnamelere, divanlara geçmiş, ünü bütün Ortadoğu’yu ulaşmış bir mesire yeri. Bugün çevresi yeşil alanlarla kaplı Meram Bağları hala görülmeye değer.



KAYSERİ

Tarih boyunca Anadolu’nun önemli ticaret merkezlerinden biri olan Kayseri, 3917 m. yüksekliğindeki Erciyes Dağı eteklerinde kurulmuş, 6000 yıllık tarihiyle tarihin bir çok dönemine tanıklık etmiş bir şehir. Kültepe Ören Yeri, kale ve şehir surları, Ulu Camii, Güllük, Han, Hacıkılıç, Kurşunlu ve Kale camileri, Sultanhanı, Karatay, Kara Mustafa Paşa kervansarayları, Vezirhan ve bedesten şehrin görülmesi en önemli tarihi yapıları.



Çatalhöyük
Kayseri’nin birkaç kilometre doğusundaki Kültepe’de yapılan kazı çalışmaları sırasında gün ışığına çıkarılan ve Asur kolonilerine ait olduğu varsayılan yazılı tabletler, Anadolu’nun tarih-öncesine son veren ve yazılı tarihinin başlangıç noktası sayılan buluntuları oluşturmuş. Çatalhöyük’ün öyküsü yaklaşık 9000 yıl öncesine kadar gidiyor. Duvar resimlerinden bu bölgede Neolitik çağ boyunca aralıksız 800 yıl süren bir yerleşimin var olduğu tahmin ediliyor. İlk yerleşmelerden birisi olması nedeniyle, insanlık tarihi açısından büyük önem taşıyan Çatalhöyük’te yıllar süren kazılar sonunda ortaya insanlığın ilk barınma biçimleri, ev mimarisi ve toplumsal ritüellerine dair bir hazine çıkıyor. Ortaya çıkarılan ve genellikle 2 oda, depo, mutfak ve kilerden oluşan Çatalhöyük evleri bugün hala kullanılan evlere benzemekle kalmıyor, kullanılan kerpiç malzeme de aradan geçen binlerce yıla karşın neredeyse hala aynı.

Döner Kümbet
Selçuklu eserlerinin Kayseri’deki en güzel örneklerinden. Prenses Şah Cihan Hatun adına yapılmış olan bu kümbet, kendisine has özellikleriyle dikkati çeken bir eser.Çokgen şeklindeki kümbetin, her bir yüzüne çeşitli geometrik şekiller, efsanevi yaratıklar kabartma olarak yapılmış.



Kültepe
Kültepe ören yeri, yüksekliği 22 m. çapı 500 m.yi bulan bir höyük tepe ile onun etrafını çeviren Karum adı verilen aşağı şehirden ibaret. Yapılan kazılarda Kültepe’de, Asur, Genç Hitit, Roma-Pers ve Tabal Dönemlerine ait eserler ve bulgular elede edilmiş. Bu eserlerin en önemlileri Asur dilinde yazılmış çivi yazılı tabletleri. Tabletler Anadolu’nun en eski yazılı belgeleri.
Kayseri-Sivas karayolunun 20. kilometresinden ayrıldığınızda, yolun 2 km. kuzeyinde yer alıyor.

SİVAS

Gök Medrese
Yapıya taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök Medrese deniliyor. Anadolu Selçuklu Beyliği baş veziri ve “Hayrat Babası” (Ebu’l Hayrat) Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında devrin astronomi ilminin okutulduğu medrese olarak yapılmış. Plastik sanatın şaheserlerinden olan taç kapıdaki mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi belirgin. Ön cephede yer alan çeşme, pencere, berkitme kuleleri ve iki minaresi taç kapıya daha da önem kazandırmakta.

Sivas Kalesi’nin güneydoğusunda yer alıyor.

Çifte Minareli Medrese
Dikdörtgen planlı medresenin günümüzde sadece ön yüzü ve minareleri ayakta. İlhanlı veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271 yılında yaptırılmış. Anadolu’daki medreseler içinde en büyük portale sahip.

Hitit İzleri Boğazköy-Hattuşa/ÇORUM
Anadolu’da ilk organize devleti kuran Hititlerin başkenti olan Hattuşa’ın Anadolu arkeolojisinde önemli bir yeri var. Bugün Tarihi Milli Park olarak ilan edilen Boğazköy’de görülecek başlıca yerler; Aşağı Sevir’deki Büyük Mabedi, şehir surları ve üzerindeki anıtsal kapılar,Yukarı Sevir’de sayıları 31’e ulaşan tapınak, Krallık sarayı ve Büyük Kale. Frig Çağı’na ait en önemli yapılar ise Bastion ile Güney Kale. Ayrıca, Boğazköy’deki yerel müzede ören yerinin önemli buluntuları sergileniyor.

Yazılıkaya
Hitit İmparatorluk Dönemi’nin benzersiz bir kalıntısı olan Yazılıkaya Açıkhava Mabedi Boğazköy’ün 2 km kuzeydoğusunda yer alıyor. Kayaların doğal durumlarına uygun olarak düzenlenmiş olan büyük ve küçük galeri iki mekandan oluşmakta. Büyük galerinin sağ duvarında tanrıçalar, sol duvarında ise tanrı kabartmaları yer alıyor. Galerinin en büyük kabartması olan Kral IV. Tuthaliya’ nın kabartması doğu duvarında yer alıyor. Bu odada bahar bayramlarının kutlanışı tasvir ediliyor. Küçük galeriye giriş dar bir koridorla sağlanmakta. Burada sağa doğru ilerleyen 12 Tanrı, Meç Tanrısı ve IV. Tuthaliya kabartmaları bulunuyor.

Alacahöyük
Alaca İlçesi Höyük Köyü yerleşim alanı içerisinde yer alan Alacahöyük; görkemli sfenksli kapısı, ilginç mimarlık eserleri ve mahalli müzesiyle, Boğazköy ve Yazılıkaya’yı ziyaret edenler için aynı gün gezilebilecek önemli bir arkeolojik ören yeri.

Alışveriş

Alışveriş

ALIŞVERİŞ

YÖRESEL EL SANATLARI

Kapadokya’da el sanatları çok gelişmiş. Yerel halkın ürettiği çanak, çömlekler, kadınların dokuduğu kilimler, minyatür peribacaları, Kapadokya bebekleri ve çeşitli biblolar yörenin renklerinden.



Kapadokya’ya ulaştığınızda karşınıza köylü kadınların yaptıkları, bu bölgeyle özdeşleşmiş Kapadokya bebekleri, minyatür peri bacaları, örme çoraplar, danteller ve el işleri çıkacak. Bu zengin seçeneklerin yanı sıra Avanos da bir çanak ve çömlek merkezi.

Peki, Kabak Çekirdeği  sever misiniz? O halde Ürgüp çarşısından sütte çifte kavrulmuş çekirdek almayı sakın unutmayın. İri taneli, etli ve içi ayrı, kabuğu ayrı lezzetteki kabak çekirdeğinin torbası son derece ekonomik fiyatlarla satılıyor. Bölgenin şarapları da ünlü, ancak seçerken  dikkat etmek gerekiyor. Ürgüp’te kurulan  pazarda ise, köylerde yapılan çöreotlu yağlı peynirler, çökelek, yoğurt ve çiçek  mevsiminde buğday, kayısı, badem ve iğdeden elde edilen çiçek ballarından alabilirsiniz.

Bölgede yer alan antika eşyalar satan mağazalarda karşınıza hiç beklenmedik hazineler çıkabilir. Osmanlı, Rum ve Ermeni ustaların yaptığı parçaların arasında, taş oyma kapı süsleri, güvercin sulukları, ibrikli leğence set (el yıkama için misafir önüne getirilen sabunlu, havlulu ibrikli set), antik silahlar, biblolar, akik lapis, kehribar taşlarıyla süslü gümüş takılar, tesbih koleksiyonları, deve çanları, el terazileri, taş baskı kalıplar, tavandan çekince boyu ayarlanan cam abajurlar, denizci fenerleri bulunabiliyor. 


Her ağustosta Sanat ve Turizm Festivali’nin de düzenlendiği Avanos’taki çömlek atölyelerinde tezgahın başına oturabilir, becerilerinizi sergileyebilirsiniz.

Kapdokya’nın Yeraltı Şehirlerin

Kapdokya’nın Yeraltı Şehirlerin

KAPADOKYA’NIN YERALTI ŞEHİRLERİ

Yeraltı şehirleri, sadece Kapadokya bölgesinin jeolojik oluşumlarına özgü yapılar. Bu nedenle başka hiçbir yerde benzeri bulunmuyor.


ANTİKİTENİN ‘UNDERGROUND’ HAYATI

Haklarındaki ilk yazılı kayda Ksenephon’un “Anabasis” (Onbinlerin Dönüşü) isimli kitabında rastlanan Kapadokya yeraltı kentlerinin sayısı 200’ü buluyor.

Isparta ordusu ile birlikte İran kralı Artakserkses’a karşı düzenlenen sefere katılarak, tarihin ilk “Savaş Muhabiri” olan Atinalı Ksenephon, ordunun kazanılan zaferin ardından ülkelerine dönüşünü anlattığı Anabasis’de, yorgun ve bezgin ordunun Derinkuyu ve Kaymaklı’da bulunan yeraltı şehirlerinde konakladığını anlatır. Bu kayıt, bazıları 30 bin kişinin barınmasına yetecek büyüklükteki bu gizemli kentlerin en az M.Ö 4. yüzyıldan bu yana varolduğunu kanıtlıyor. 1960-1970 yılları arasında Kapadokya’daki en ciddi araştırmayı yapan Alman Martin Urban’a göre ise yeraltı yerleşimlerinin öyküsü M.Ö.7.-8. yüzyıllara kadar gidiyor.
Bununla birlikte bölgede İsa’nın doğumundan 2000 yıl önce tarih sahnesine çıkıp Küçük Asya topraklarında boy gösteren Hint-Avrupa kökenli ‘Bin Tanrılı Halk’  Hititler’e ait bir çok kalıntıya da –kaya kabartmaları, yazılı anıtlar- rastlanması, üstelik Hititler’in buna çok benzeyen ve Potery adı verilen yeraltı geçitlerini yaygın bir savunma sistemi olarak kullanmaları, Kapadokya yeraltı şehirlerinin daha da eskilere, hatta tarih-öncesine giden bir geçmişi olduğunu gösteriyor.



YERALTINDA CAN PAZARI
İstilacılarla bölge sakinleri arasında yaşanan yüzlerce yıllık bir kaçma-kovalama sürecinin sonunda Kapadokya’nın yeraltı dünyası, neredeyse kusursuz bir savunma mekanizmasına dönüştü. Yeryüzündeki kiliseler yeraltına taşındı ve Kapadokya’nın yeraltı kentleri giderek yasak dinlerin manastırlarına dönüştü. Yeryüzünün derinliklerinde sürdürülen inziva hayatları rahatsız edecek her türlü izinsiz giriş için ince önlemler düşünüldü.  Duvarlarına kandil ve mum koymak için oyuklar açıldı. Kandiller için dışardan bezir yağı getirildi ve ısınma sorunu da bu şekilde çözüldü. Çapları 2.5 metreyi, kalınlıkları ise 50 cm. yi bulan ve çoğu yerinden kesilen yuvarlak sürgü taşlarıyla dışardan açılması olanaksız kapılar yapıldı. Bunların ortaları delindi ve böylece bir yandan düşmanın görülmesi sağlanırken, bir yandan da düşmana saldırabilme olanağı hazırlandı. Uçsuz bucaksız koridorlarda yolunu kaybetmiş umutsuz istilacıların, 3 metrelik tuzaklara düşmekten kurtulmuş olanları üzerine kızgın yağ dökmek için dikine delikler açmayı da ihmal etmediler. Hayvanları derinlere indirmenin güçlüğü nedeniyle genellikle giriş katlarına yapılan ahırların duvarlarına açılmış yemlikleri bugün bile görmek mümkün. Bugün bölge köylerinde halen kullanılmakta olan tandırlarıyla mutfaklar, kat tavanlarında yer alan minik haberleşme delikleri, aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanıldığı anlaşılan  havalandırma bacaları yeraltı sakinlerinin buraları uzun süre kalmak üzere inşa ettiklerini açık bir şekilde gözler önüne serer.


Bölgenin tüf adı verilen kaya dokusunun oyulmaya çok elverişli olması, öncelikle barınma amaçlı olmak üzere ilk mağara evlerin yapılmasını, ardından Hititler tarafından gizli geçitlerle birbirine bağlanarak etkili bir savunma sitemi olarak genişletildiğini düşündürüyor. Tatlarin yeraltı şehri de bu yapıya bir örnek teşkil ediyor.

GEÇİCİ BİR SIĞINAK MI, KALICI BİR YAŞAM BİÇİMİ Mİ?
Yaklaşık 25 bin km2’lik bir alana yayılan Kapadokya’nın hemen her yerinde rastlanan yeraltı kentlerinin ne amaçla inşa edilmiş olduklarına dair tartışma günümüzde bile sürüyor. Genel kanı, o dönemde sık sık yabancı istilacıların saldırısına uğrayan bölgenin, bir tür savunma önlemi olarak ve geçici bir süre için sığınmak üzere, bu kentleri inşa etmiş oldukları yönünde.

Hititler’in bölgeye gelerek egemenliklerini kabul ettirdikleri dönemde, yani M.Ö. 2 bin başlarında, Yukarı Mezopotamya’daki zengin Asurlu tüccarların Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş oldukları biliniyor. Bölgenin geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, “Karum” adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler. Asurlu tüccarlar beraberlerinde Çivi yazısını da Anadolu’ya getirmişler, böylece Anadolu’nun tarih öncesi de son bulmuş. Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Asurlu tüccarların Anadolu’ya kumaş, koku ve kalay madeni getirip, karşılığında altın, gümüş ve tunç malzemeler aldıklarını öğreniyoruz. Bölgenin tüf adı verilen kaya dokusunun oyulmaya çok elverişli olması, öncelikle barınma amaçlı olmak üzere ilk mağara evlerin yapılmasını, ardından Hititler tarafından gizli geçitlerle birbirine bağlanarak etkili bir savunma sitemi olarak genişletildiğini düşündürüyor. Ama yine de bölgedeki hemen bütün evlere gizli geçitlerle bağlanan, dışardan açılması olanaksız taş sürgülerle kilitlenebilen, olmadık tuzaklarla dolu koridorları, bir labirenti andıran galerileri, oturma odaları, ahırları, erzak odaları, şırahaneleri, öğütme taşları, kiliseleri ve hatta mezarlıkları, bugünün modern akıllı binalarını kıskandıracak denli gelişkin havalandırma ve haberleşme sistemleriyle bu gizemli kentlerin hiç de geçici ikamet alanı olarak tasarlanmadıklarını kanıtlar gibi. Bulunan kalıntılardan hareketle bugün, özellikle Bizans döneminden, M.S. 5. yüzyıldan itibaren, bu yeraltı şehirlerinin gerek sayılarında ve gerekse iç tasarımlarında büyük gelişmeler kaydedildiği ve kentlerin bugünkü biçimlerine o zamanlar kavuştuğu söylenebiliyor. 7. yüzyılda yoğunlaşan Arap-Sasani istilaları Kapadokya’nın Hristiyan sakinlerini dana uzun süreler yeraltında yaşamaya zorlayınca, en görkemli örnekleri Kaymaklı, Derinkuyu, Mazı, Özlüce, Özkonak, Tatlarin, Kurugöl ve Gökçetoprak’ta bulunan yeraltı kentleri de aşağı yukarı son halini aldı.

10. yüzyıldan itibaren bölgenin yeni egemenleri haline gelen Selçuklular içinse, yeraltında hazır buldukları bu dünya paha biçilmez değerde bir savunma olanağı anlamına geliyordu ve bunların en gelişkin olanlarının yakınlarına kervansaraylar inşa etmekte gecikmediler. Til köyündeki yeraltı kentinin yakınlarında Dolayhan Kervansarayı, Özkonak yeraltı kentinin yakınlarındaki Saruhan Kervansarayı böylece oluştu. Dönemin zengin ticaret merkezlerini oluşturan bu kervansaraylar, yağmacı hevesleri kabarttıkça bölge halkının aldığı önlemler de gelişti: Yöredeki evler gizli geçitlerle birbirine bağlandı. Tüf kayalar içine oyulmuş evler daha derinlere doğru genişletildi, çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar kondu, koridorlar ve galeriler çoğaldı, kimi unsurları bugün bile çözülemeyen daha karmaşık bir hal aldı ve giderek bugün şaşkınlıkla izlediğimiz yeraltı labirentleri ortaya çıktı.



KAYMAKLI YERALTI ŞEHRİ
Yeraltı şehrinin ilk katı, diğer yeraltı şehirlerinde de olduğu gibi ahırlara ayrılmış. Girişteki ahır, aynı zamanda birçok koridorla kilise ve yaşama mekanları gibi diğer bölümlere geçişi sağlar. Bu koridorlar sürgü taşlarıyla korunmuş. Yine böyle istendiğinde bir sürgü taşıyla kapanabilen bir pasajla ikinci kattaki kiliseye geçilir. Kilise tek nefli 2 apsisli. Apsislerin önünde vaftiz taşı, kenarlarda ise oturmaya yarayan platformlar yer alıyor. Bu kilisenin bitişiğinde, kilise görevlileri için yapıldığı varsayılan bir de mezarlık var. Kaymaklı yeraltı şehrinin, şırahaneler, erzak depoları, mutfaklar ve oturma alanlarından oluşan asıl mekanları ise üçüncü katta ortaya çıkarılmış. Kaymaklı yeraltı şehrinde bulunan en ilginç mekanlardan birisi de bakır işleme atölyesi. Bu atölyelerde yine bir lav oluşumu olan andezit taşına bol miktarda rastlanıyor. Atölyenin tabanına açılmış çok miktardaki çukur, tarih öncesi çağlardan beri bilinen bakır işleme yöntemlerini burada da aynen kullanıldığının bir kanıtı olarak gösteriliyor. Yeraltı şehrinin açığa çıkarılabilen son katı, 4. kat şırahaneler, mutfaklar ve erzak depolarıyla dolu. Bu kattaki üretim, işleme ve depolama mekanlarının çokluğu ve gelişmişliği, yeraltı şehri sakinlerinin yer üstündeki gündelik mesailerini aynen yeraltında da sürdürdüklerini gösteriyor. Kaymaklı Yeraltı Şehri, henüz tümüyle ortaya çıkarılamamış olmasına rağmen, keşfedilen bölümlerinin zenginliği nedeniyle Kapadokya’nın en geniş ve en çok nüfus barındıran yeraltı şehirlerinden biri olduğunu düşündürmekte.

ÖZKONAK YERALTI ŞEHRİ
Avanos’ a 14 km. uzaklıkta yer alan Yeraltı Şehri, İdiş Dağı’nın kuzey yamaçlarına, volkanik granit bünyesi tüf tabakalarının oldukça yoğun olduğu yere yapılmış. Geniş alanlara yayılmış olan galeriler birbirlerine tünellerle bağlanmış.
Kaymaklı ve Derinkuyu Yeraltı Şehirleri’nden farklı olarak katlar arası haberleşmeyi sağlayacak çok dar ve uzun delikler bulunuyor. Düzgün oyulmuş odaların girişleri kapatıldığında havalandırma da bu dar (5cm.) ve uzun deliklerle sağlanmış. Yine diğer yeraltı şehirlerinden farklı olarak sürgü taşından sonra, tünel üzerine (düşmana kızgın yağ dökmek maksadıyla) delikler oyulmuş. Özkonak Yeraltı Şehri’nde Kaymaklı ve Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde olduğu gibi hava bacası, su kuyusu, şırahane ve sürgü taşları bulunuyor.


Nevşehir’e 29 km. uzaklıktaki Derinkuyu ilçesinde yer alan yeraltı şehri, Kapadokya’daki diğer örnekleri içinde en geniş, en derin ve en gelişkin yerleşim alanıdır.

DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ
Nevşehir’e 29 km. uzaklıktaki Derinkuyu ilçesinde yer alan yeraltı şehri, Kapadokya’daki diğer örnekleri içinde en geniş en derin ve en gelişkin yerleşim alanı. Tam sekiz katı olan ve 85 metre derinliğe inen Derinkuyu Yeraltı Şehri’nde yaşama alanları, mutfak ve yemekhaneler, ahırlar ve şırahanenin yanı sıra diğer yeraltı şehirlerinde bulunmayan bir misyoner okulu bile var. Bu okulun geniş tavanı yöredeki diğer yeraltı şehirlerinde olmayan bir beşik tonoz ile kaplanmış. Derinkuyu Yeraltı Şehri’nin bir başka ilginç özelliği ise 55 metre derinliğe kadar inen ve aynı zamanda su kuyusu olarak da kullanılan havalandırma bacaları. Bu ikinci işlevinden dolayı, özellikle kuşatma günlerinde aşağıya inemeyen düşmanın suları zehirlemesini önlemek için bu bacaların bir kısmı yeryüzüne açılmazmış. Kaymaklı yeraltı şehriyle birlikte konukların ziyaretine açılan Derinkuyu’nun bugün yalnızca onda biri gezilebiliyor. Bu görkemli yeraltı şehrinin kilisesi ise ikinci katta yer alır ve haç şeklindeki bu kiliseye 3 ve 4. katlardan doğrudan inilen bir merdivenle ulaşılır.

ACIGÖL YERALTI ŞEHRİ
Bugünkü Acıgöl ilçesinde yer alan Yeraltı Şehri, o kadar eski olmamasına karşın çoğu özelliği açısından Özlüce ve Mazı Yeraltı Şehirleri’yle benzerlik gösterir. Yine tüneller ve pasajlarla birbirine bağlanmış büyük salonlar, bazalt taşı kullanılarak yapılmış kemerli mekanlar, kaya oyma mekanları… Bugüne kadar üç girişi saptanan Yeraltı Şehri’nde kilise yoktur. Girişlerin üçüncüsünde, her iki taraf yüksek taşlarla desteklenmiş, böylece oluşturulan giriş kapısı ayrıca yatay bir taşla korunmuş.


İlk olarak 1975 yılında keşfedilip, 1991 yılında ancak iki katı ziyarete açılabilen Tatlarin Yeraltı Şehri Nevşehir’in, Acıgöl beldesinin 10 km. kuzeyinde, Tatlarin kasabasının ‘Kale‘ olarak bilinen tepesinde yer alıyor.

TATLARİN YERALTI ŞEHRİ
Gerek bölgede, gerekse Yeraltı Şehri’nin içinde, bugüne çok azı kalabilmiş birçok kilise bulunmuş. Yeraltı Şehri’nin diğerlerine göre daha büyük mekanlardan oluşmuş olması ve kilise sayısının çokluğu gibi belirtilerden yola çıkan araştırmacılar, Tatlarin’in bir sivil yerleşim mekanı olmaktan çok askeri ya da dini amaçlarla kullanılan bir manastır ya da garnizon olduğunu tahmin etmekteler. Yeraltı Şehri’nin orijinal girişi yıkılmış. Yaklaşık 15 metre uzunluğundaki bir geçit, giriş bölümünü oldukça geniş bir salona açar. Bu pasaj, diğer yeraltı şehirlerinde de birçok örneğine rastlanan ortası delikli dev sürgü taşlarıyla, izinsiz girişlere kapatılmış.

Sağ taraftaki nişin içinden aşağıya doğru oyulan ve halk tarafından ‘Zindan’ olarak adlandırılan mekanda 3 iskelet bulunmuş. Tuvaletin de yer aldığı bu ana mekanın sağ tarafında kiler/mutfak bulunuyor. Bu alanın Roma Dönemi’nde mezarlık alanı, Bizans Dönemi’nde de kiler olarak kullanılmış olması gerekiyor. Çünkü bu odadaki nişler, yöredeki Roma Dönemi kaya mezarlarındaki -ölülerin yatırıldığı- nişlerden farksız. Ancak daha sonraki dönemlerde bu nişlerin tabanları oyulmuş ve içine erzak konulmuş. İkinci girişte ahır yer alıyor. Daha önce erzak deposu olarak kullanıldığı şüphesiz olan bu geniş mekan sütunlarla desteklenmiş. Tabanında beş adet ambar bulunuyor. Tavan kısmında yeraltı yerleşiminin başka mekanlarına ulaşılabilen havalandırma bacası yer alıyor. Birinci büyük mekan ile ikinci büyük mekan dar bir koridorla birbirine bağlanıyor. Zikzak biçimli bu koridorda tuzak ve bağlantıyı kesen sürgü taşı bulunuyor.

MAZI YERALTI ŞEHRİ
Antik dönemlerdeki adı Mataza olan Mazı Yeraltı Şehri, Ürgüp’ün 18 km. güneyinde, Kaymaklı Yeraltı Şehri’nin ise 10 km. doğusunda yer alan aynı adlı bir köyde kurulu. Köyün ve Yeraltı Şehri’nin kurulu olduğu vadi ve düzlükte Erken Roma ve Bizans dönemine ait çok sayıda kaya mezar görülür. Mazı Yeraltı Şehri’nin bugüne kadar farklı noktalarda dört adet girişi belirlenmiş bulunuyor. Girişleri kontrol etmek için burada da dev sürgü taşları kullanılmış. Özellikle bu bölümde, sürgü taşlarının rahatça hareket edebilmesini sağlayacak düzenlemelerle içeriye izinsiz girişin neredeyse imkansız hale getirildiği görülür. Mazı Yeraltı Şehri’nde de hemen bütün diğer yeraltı şehirlerinde olduğu gibi giriş katı hayvan ahırlarına ayrılmış. Ancak, burada diğer yeraltı şehirlerinden farklı olarak ahırın ortasında hayvanlar için yalaklar bulunur.  Yine, Mazı Yeraltı Şehri’ndeki ahırların sayısı diğerlerine göre çok daha fazla. Aynı bölümde bulunan bir diğer ilginç yapı ise şırahaneler. Gerek hayvan ahırlarının çokluğu ve gerekse şırahaneler Mazı Yeraltı Şehri’nin çok uzun süreler kalınmak üzere inşa edildiğini akla getirir. Şırahanelerin tavanında, üzümlerin aşağıya doğru dökülmesini sağlayacak bacalar göze çarpar. Mazı yeraltı şehrinin en görkemli bölümlerinden birisi de ahırlardan açılan kısa koridorlar vasıtasıyla ulaşılan kilise. Yine sürgü taşlarıyla güvenliği alınan bu kilise, kenarları boyunca devam eden ve oturma yeri olarak düşünülmüş alçak platformu, kabartmaları, görevli odalarıyla kusursuz bir görünüm sunar. Kilisenin, Kaymaklı Yeraltı Şehri’ndekinden farklı olarak dikine tasarlanmış apsisisin tam karşısında Yeraltı Şehri’nin diğer bölümlerine geçişi sağlayan gizli bir baca var. Birbirlerine dar ve uzun tünellerle bağlı üst kat mekanlarına geçişi de sağlayan bu gizli bacanın içine açılan oyukların tırmanmayı hızlandırmayı ve kolaylaştırmayı sağlamak üzere açıldığı sanılıyor. Mazı Yeraltı Şehri’nde bulunan pasajların çoğu kapanmış olduğu için, şehrin ne kadar bir alana yayıldığını söylemek bugün için güç de olsa, bu denli kusursuz mekanlara ve bir kiliseye sahip olmasından yola çıkılarak en az Derinkuyu ve Kaymaklı yeraltı şehirleri kadar geniş olduğunu varsaymak yanlış olmaz.

ÖZLÜCE YERALTI ŞEHRİ
Özlüce Yeraltı Şehri, alışılmış kat sistemi yerine çok geniş bir alana yayılan tek kat olarak tasarlanmış. Yeraltı Şehri’nin en geniş alanını hemen girişteki ana mekan oluşturur. Bu büyük alanın sağında erzak depoları sol tarafında ise oturma odaları yer alır. Özlüce Yeraltı Şehri’nin galerileri de çok uzundur ve tabanlarında tuzaklar bulunan bu uzun galerilere hücre tipi odalar açılır. Yeraltı şehrinin oyulduğu tüfler değişik renklerden oluşur. Girişteki bazalttan yapılmış kemerli bölümden 15 metre uzunluğunda bir geçitle asıl tüf kayaya ulaşılır. Nispeten daha yeni olan bu giriş bölümüyle daha eski olan ana mekanın ilişkisini kesmek için koridorun bitiminde granitten yapılmış ve yaklaşık 2 m. çapında bir sürgü taşı göze çarpar.