Ölümünün üzerinden 40 yılı aşkın süre geçtikten sonra da onu unutamıyoruz. Her yıl onu konu alan yeni kitaplar yayımlanıyor. Yeni sergiler açılıyor, toplantılar düzenleniyor. Yapılarının konumlandığı kentler turizm gelirlerini tırmandırıyor. Hatta Firminy gibi, yarım kalmış bir Le Corbusier yapısını onyıllar sonra tamamlatıp “müşteri” çekmeyi hesaplayan kasabalar bile var. Modernizm’i anlatırken hala onu merkez alanlar bulunduğu gibi, çağdaş dünyada kent ve mimarlık adına olumsuz bulduğu hemen her şeyi ona maledenler de mevcut. Örneğin, R. Sennett kamusal insanın çöküşünden neredeyse onu sorumlu tutuyor. Anlaşılan, Le Corbusier 20. ve –öngörülebildiği kadarıyla– 21. yüzyılın hem ego hem de alter egosunu simgeliyor. Dünyayı daha iyi, daha yaşanılır kılmak adına mimarlık ve genelde tasarım aracılığıyla yapılan ne varsa ona atfedilebiliyor. “İyi LC”, bu olumlulukları düşleyen adam. “Kötü LC” ise benliğinin gizli derinliklerinde çağdaş yaşamı ve fiziksel çevreyi disipline etmek için uğraşan bir otokrat. Modern dünyanın tüm kazanımlarını, özgürlük ve açılımlarını, yine o dünyayı disipline edip, kendi öngördüğü katı ya da esnek düzene sokmak için kullanan biri o. Moderniteye rağmen modern olduğu da iddia edilebilir. Sadece çağdaş iletişim olanaklarını ve medyayı kullanımı bağlamında bile çağ açıcı bir rolü var. Ama aynı kullanım sayesinde etkisini herkesten fazla duyurmayı da başarıyor.
Bu iyi-kötü tartışması daha ne kadar devam eder bilinmez; ancak bildiğimiz bir şey var ki, Le Corbusier’siz bir 20. yüzyıl tarihi asla yazılamaz. Onun bu etkisi sadece kitapları ve medyatik etkinliği aracılığıyla yayılmadı. Japonya’dan Arjantin’e, ABD’den Hindistan’a dek sayısız ülkede yapılar yaptığı, daha fazla sayıda ülkede konferanslar verdiği ve Türkiye de dahil pek çok ülkeye projeler ürettiği için, dünyanın onunla tanışıklığı dolaysız denecek kadar yoğun ve çarpıcı oldu.
Hollanda Mimarlık Enstitüsü (NAi) ve Tokyo’da Mori Sanat Müzesi’ndeki iki kapsamlı retrospektif sergiyi fırsat bilip, büyük ustayı bir daha tartışmaya açıyoruz.
İngiliz Kraliyet Mimarları Enstitüsü (RIBA) tarafından The Architects’ Journal ile ortaklaşa verilen 20.000 £ değerindeki RIBA Stirling Ödülü’nü bu yıl Modern Edebiyat Müzesi ile David Chipperfield Architects aldı. Almanya’da Neckar Nehri vadisinde Ulusal Schiller Müzesi’nin bitişiğine inşa edilen ve modern-neoklasik üsluplu akropol görünümüyle dikkat çeken müze, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana Doğu ve Batı Alman yazarların eserlerinin ilk kez birarada sergilendiği yer olması bakımından ayrı bir öneme sahip.
Tom Bloxham (Urban Splash yönetim kurulu başkanı), Alain de Botton (yazar), Louisa Hutton (mimar), Kieran Long (The Architects’ Journal editörü) ve Sunand Prasad (mimar, RIBA yöneticisi)’dan oluşan jürinin kararında; yapının, arazi değeri yüksek bir bölgede bulunmasına rağmen, malzeme seçimindeki titizlik ve ekonomik kullanımdan ötürü oldukça ucuza maledilmesi belirleyici olmuş. Ödüle aday gösterilen diğer 5 yapı arasında, aynı mimara ait bir başka yapı olan America’s Cup Binası’nın yanısıra Casa da Musica, Dresden Tren İstasyonu Yenilemesi, Savill Binası ve Young Vic Tiyatrosu yer alıyor.
1960’ların ünlü modaevlerinden Biba’nın kurucusu Barbara Hulanicki’nin Habitat için özel olarak tasarladığı yastık ve halı koleksiyonu; bitki motifleri, akıcı çizgileri ve asimetrik şekilleriyle Art Nouveau esintileri taşıyor.
Termikel’in paslanmaz çelik ön panelli ve geniş hacimli GSV 6111 ankastre bulaşık makinesindeki su püskürtme teknolojisi, suyun 5 ayrı yönde püskürtülmesini ve 3 farklı püskürtme kolu ile özellikle bardakların konulduğu üst haznenin en ince kire kadar temizlenmesini sağlıyor.
RocaKale küvet serisinde yer alan Georgia; free-standing, yarım platform ve gömme olmak üzere 3 farklı uygulamaya sahip. 185×100 cm ebatlarındaki hidromasajlı küvetlerde isteğe bağlı olarak, su masajının dinlendirici etkisinin yaşandığı Pnömatik Sistem, su sıcaklığı ve zaman ayarlarının dijital kumanda paneliyle sağlandığı Elektronik Sistem ya da istenilen su sıcaklığında uzaktan kumandayla su ve hava masajı özelliklerinin kontrol edilebildiği Elektronik Uzaktan Kumandalı Sistem uygulanıyor.
Electrolux Frontline serisinde yer alan EHS 36020 U vitroseramik ocak, pişirmede kullanılacak tencere veya tavanın büyüklüğüne göre iki halkalı pişirme alanına sahip. Ürünün diğer bir özelliği ise atıl ısı göstergesi. Pişirme bölgelerinden birisi veya her ikisi birden kapatıldığında, halen sıcak ve pişirmeye uygun olan yüzeyleri gösteren sistem, kullanıcıyı yanma tehlikesine karşı uyarıyor.