Doğanın en görkemli ve heyecan verici oluşumları arasında şelaleler kuşkusuz ilk başlarda yer alıyor. Tonlarca ağırlıktaki suyun metrelerce yükseklikteki uçurumlardan aşağı kulakları sağır eden bir gürültü ve nem bulutu içinde düşerken yarattığı manzarayı seyretmek, hayatın en keyifli deneyimlerinden biri. Üstelik bu manzara bir de, şelalelerin genellikle yer aldığı dağlık mekanların olağanüstü doğal güzellikleri ve şelalelere her zaman eşlik eden gökkuşakları içinde düşünülürse, sözü edilen keyfin yoğunluğu daha iyi anlaşılıyor.
Şaleleler sonsuza kadar yaşamıyor. Altlarındaki zemin, sürekli olarak üzerinden akan suyun aşındırıcı etkisine maruz kalıyor.
Şelalelerin oluşum öyküleri bir sır değil. Nehirlerin dik yer şekilleriyle, uçurumlarla karşılaştığı her noktada bir şelale oluşuyor. Dünyanın hemen her yerinde dağların tepelerinde biriken karların eriyerek aşağı inmesi sırasında oluşan sayısız küçük şelale (çavlan, çağlayan) var. Büyük şelalelerin çoğuysa, nehirlerin, yüksek platoların kenarlarındaki uçurumlardan aşağı dökülmesiyle oluşuyor.
Şelalelere genellikle nehirlerin yukarı bölgelerinde dağ ve tepeler üzerinde rastlanması tesadüf değil. Bilinen şelalelerin çoğuysa sert kaya tabakalarının yumuşak bir kaya tabakasını örttüğü yerlerde oluşuyor.
Su sert kayalar üzerinde akıyor ve yumuşak tabakalara ulaştığında buraları aşındırmaya ve oymaya başlıyor. Bu şekilde geçen binlerce yılın ardından yumuşak kaya tabakası tümüyle aşınıyor ve su belli bir noktadan sonra dik olarak düşmeye başlıyor. Yıllar içinde daha dik ve daha derin bir hale gelen bu uçurum, şelalenin ortaya çıkmasıyla sonuçlanıyor. Şelalenin düştüğü noktada ise derin bir havuz oluşuyor.
Şaleleler sonsuza kadar yaşamıyor. Altlarındaki zemin, sürekli olarak üzerinden akan suyun aşındırıcı etkisine maruz kalıyor. Çoğu durumda su, üzerinden aktığı kayayı direkt olarak baştan sona aşındırıyor, yavaş yavaş seviye farkını azaltıyor ve üzerindeki şelale de uzun yıllar içinde yok oluyor.
Kimi zaman özellikle nehrin üzerinde aktığı zeminin çok sert olduğu durumlarda, bu nehir üzerindeki şelale kayanın altını oyuyor ve dalma havuzları olarak da bilinen gölet ve sualtı mağralarının oluşmasına neden oluyor.
Daha zayıf kayaların aşınıp, bu şekilde üzerlerindeki kayaların altını boşaltması, zaman içinde üstteki blokların çökmesine ve ilkinden biraz daha yukarda, ikinci bir şelalenin oluşmasına yol açıyor. Böylece, yüzyıllar içinde birçok şelale bu şekilde nehrin kilometrelerce yukarısına göç ediyor.
ŞELALE TANIMLARI
Her ne kadar şelaleleri ölçek ve şekillerine göre ayırmak pek mümkün değilse de, onları tanımlamak için kullanılabilecek bazı standartlar belirlemek mümkün. Aslında bir şelale türünü ve bölümlerini tanımlamak için yabancı dillerde olarak kullanılan 5-6 ayrı sözcük bulunmakla birlikte Türkçe’de yalnızca dört sözcük var.
Şelale: Bir akarsu ya da nehrin herhangi bir şekilde dikey olarak düştüğü ya da kaydığı bölümüne verilen ad.
Çağlayan: Şelalenin daha küçük versiyonu. Genellikle şelalenin bir bölümünü tanımlamak için kullanılıyor. Birçok küçük parçadan oluşan şelaleleri tanımlamak için de bu tanımın kullanıldığı oluyor.
Çavlan: Genellikle bir nehir üzerinde olan çok güçlü ve büyük şelaleler için kullanılıyor.
Kanal: Genelikle iki büyük kaya parçası veya uçurum kenarları arasında bir şelalenin dar ve güçlü aktığı bölüm.
ŞELALE TÜRLERİ
Dağ Şelaleleri
Yer şekilleri arasında çok azı suyun gücünü şelaleler kadar iyi sergiliyor. Şelaleler yalnızca üzerinden suları döküldüğü bir kaya çıkıntısından ibaret olmaktan çok, suyun dikey olarak düşme konumunu sürekli kılan bir dizi koşulun bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkıyorlar.
Şelalelerin büyük bir bölümü ise farklı sertlik derecelerine sahip kaya tabakalarının bir araya gelip büyük bir kitle oluşturması sonucu ortaya çıkıyor. Sert tabakalar aşınmaya daha fazla dirençli. Yumuşak tabakalar ise kısa zamanda aşınıyor. Bu, etrafımızdaki dağların çoğunda kolayca görülebilen bir olgu. Bu dağların çoğunun zirvesi aşınmaya dirençli kireçtaşı veya dolomitten oluşuyor. Daha yumuşak şist tortuları bu direçli tabakaların altında korunmuş olarak kalıyor. Böylece eğer bir nehir, daha yumuşak bir şist tabakasını kaplayan dolomit türü dirençli bir kaya tabakasının üzerinden akıyorsa, dolomitin altında duran yumuşak tabakayı daha hızlı aşındırıyor. Kimi durumlarda bu olgu, nehrin kaya tabakasının daha yumuşak katmanlarını oyarak alttan akmasına bile yol açıyor ve bu da çoğu şelalelenin altında bulunan mağaraların oluşumunu sağlıyor. Hatta bazen suyun açtığı oyuk o denli genişliyor ki desteksiz kalan sert tabaka suyun ağırlığına fazla dayanamayarak çöküyor. Bu çöküşün sonucu oluşan mağara ve girintiler de kayboluyor ve hem uçurumun derinliği hem de şelalenin yüksekliği artıyor. Bazense kaya kütlesi içindeki yumuşak-sert tabaka ilişkisi aynen devam devam ediyor ve oluşan uçurum nehrin daha yukarılarına kayıyor. Bu tür durumlarda da şelalelerin önündeki kanyonlar oluşuyor. Sertlik dereceleri arasındaki farklılık sürdüğü sürece şelalenin de ömrü sürüyor.
Buzul Şelaleleri
Bir başka şelale grubu ise buzullar tarafından oluşturuluyor ve en görkemli şelalelerin bazıları da varlıklarını buzullar tarafından oyularak oluşturulan asma vadilere boçlu. Yaklaşık 10 bin yıl önce yaşanan son Buz Çağı sırasında üzerlerindeki ağır buzulların basıncıyla dağlarda derin vadiler oluştu. Daha küçük vadiler, büyük vadilerin üzerinde asılı kaldı. Altındaki kayayı aşındırarak derin ve geniş bir U-biçimli vadiye dönüştüren dev bir buzul üzerinde V-biçimli bir nehir vadisi varsa, buzulun erimesiyle birlikte, daha önce ana nehre doğrudan doğruya karışan nehir kolları, önce dik duvarlı bir vadiden aşağı dökülecek ve ondan sonra daha aşağıda kalan nehre karışacak. İşte küçük vadilerin büyük vadilerlerle birleştiği yerlerde bulunan şelaleler bu türden buzul şelaleleri oluyor.
Bazı şelaleler ise nehir vadilerinin depremlerden sonra yükseklik kazanması sonucu oluşuyor ve bu nedenle de sakin nehirler üzerindeki şelaleler çoğu zaman oralardan bir fay hattı geçtiğinin belirtisi olarak görülüyor.
Nehir Şelaleleri
4 mil uzunluğunda bir alandan dökülerek yeryüzünün en yüksek hacimli şelalelerinden birisi olan Iguazu.
Genellikle büyük nehirler üzerinde bulundukları için şelalelerin bir kısmını diğerlerinden bu şekilde ayırabiliyoruz Nehir şelaleleri genellikle uzun olmaktan çok geniş ve daha fazla su hacmine sahipler. Bu tür şelalelerin, diğerlerinin aksine, kurak mevsimlerde kuruma ihtimali çok azdır ve yoğun yağmurların ardından da genellikle ivintileri çok artıyor.
ŞELALELER VE UYGARLIKLAR
Şelalelerin yalnızca sahip oldukları muhteşem görüntülerden dolayı ya da romantik sevgililer için değerli olduğunu düşünmek oldukça hatalı bir yaklaşım. Çoğu zaman kendi yokoluşlarıyla da sonuçlansa, şelaleler çok uzun zamanlardan bu yana insanlık için başta gelen enerji kaynaklarından biri. Üstelik yalnızca elektrik enerjisine dönüşüp yokoldukları modern zamanlarda değil, insanların henüz doğayla barışık olduğu, onunla bir egemenlik ilişkisi içinde olmadıkları antik zamanlarda da şelalelerin gücünden yararlanılmış.
Dünyanın en büyük uygarlıklarının su kenarlarında kurulduğu unutulmamalı. Nil nehri üzerinde Mısır, Mezopotamya üzerinde Sümer-Akad-Babil, Sarı Nehir üzerinde Çin, Amazon ve kolları üzerinde Maya-İnka-Aztek ve İndus Nehri üzerinde kurulan Hint uygarlığı ilk akla gelen örnekler arasında sayılıyor.
Yine örneğin Amerikan tarihinin Appalachya ile Atlantik sahilleri arasındaki Şelale hattı boyunca dizilmiş bir dizi şelale tarafından şekillendirildiğini söylemek hiç de abartı sayılmamalı. Aslında, kıyılardaki yumuşak kaya yapılarının, yükseklerdeki sert kaya tabakalarına nazaran çok daha hızlı aşındığı böylesi coğrafyalarda sözü edilen şelale hatlarına sık rastlamak, çok da şaşırtıcı bir durum değil. Yükseklerdeki sert kaya tabakaları üzerinde nisbeten sakin akan nehirler, daha yumuşak kayaların hızla aşındığı aşağı bölgelerdeki hat yoluna ulaştıklarında bir çok şelale yaratarak yollarına devam ediyor.
Daha kolonyal dönemlerde, bu nehirlerin dar boğazlara girip debilerinin arttığı noktalarda kurulan ‘kinetik’ endüstriler bu şekilde yaratılan enerjilerle besleniyorlardı. Buralar özellikle 19. yüzyılda giderek birer ticaret ve sanayi kentine dönüştü.
TURİZM VE ŞELALELER
Her yıl binlerce insan tarafından ziyaret edilen şelaleler turizm ekonomisinin en önemli ürünlerinden birini oluşturuyor.
ŞELALELER VE ENERJİ
Şelaleler aynı zamanda birer doğal enerji kaynağı. Çoğu zaman büyük şelalelerin hemen yanı başında bir de hidro elektrik enerji istasyonuna rastlanması bu yüzden bir tesadüf değil. Düşmekte olan suyun yarattığı güç, enerji tribünlerini döndüren çarklar üzerine yönlendirilir. Bu tirbünler ise hidroelektrik enerji adı verilen bir tür elektrik üretir.
Yeşilköy’un 4 km. kadar batısında Zamantı Irmağı bulunuyor. Birinci Yerköprü’nun girişinde Yeşilköy Şelalesi var. İkinci Yerköprü daha büyük. 100 m. uzunluğundaki bu kalker köprünün altından Zamantı akıyor. Zamantı üzerinde rafting yapılıyor. Erciyes ve Yerköprüler civarında trekking turizmi çalışmalarına başlanmış.
Konya
Kapuzbaşı Şelaleleri ve Aladağlar
Kapuzbaşı Şelaleleri
Aladağ, Yedigöller dağ turizminin önde gelen bölgelerinden biri. Birinci sınıf, uzun gövdeli Karaçam ağaçlarından oluşan Hacer Ormanıyla süslü Aladağlar Milli Parkında 100’den fazla göl ve birçok şelale bulunuyor. Deniz seviyesinden 2000 m. yükseklikteki yörede Yedigöller ve Kapuzbaşı Şelaleleri görülüyor. Aladağlar’a yürüyerek çıkış dört, iniş iki saat sürse de Yedigöller ve Şelale çevresinde kamp yapan birçok gezgine rastlanıyor. Kayseri ili Yahyalı ilçesine 76 km. mesafede Kapuzbaşı Köyü yakınlarında 7 şelale olarak bulunan Kapuzbaşı Şelaleler bölgesi doğal sit alanı… Kayalar arasında yer yer 70 m. yükseklikten coşkuyla akıp çevreye uçuşan su zerrecikleriyle serinlik saçan görkemli şelale Aladağ ve Aksu çayı sularıyla birlikte Zamantı Irmağı’na karışarak Seyhan Nehrine akıyor. Şelale dökülüşü sırasında çıkardığı ürpertici sesler ve görüntüsü nedeniyle ziyaretçilerini etkileyip beyin yorgunluğu ve düşüncelerden çarçabuk kurtararak, şaşkınlık içinde bırakıyor. Dağcılık, avcılık, akarsu balıkçılığı için uygun ortamların bulunduğu bölgede Yahyalıya bağlı 3 km. uzaklıkta Yeşilköy ve 10 km. uzaklıkta Derebağ Şelaleleri bulunuyor.
Kayseri ili Yahyalı ilçesine 76 km. mesafede Kapuzbaşı Köyü yakınlarında 7 şelale olarak bulunan Kapuzbaşı Şelaleler bölgesi doğal sit alanı…
Derebağ Şelalesi Yahyalı ilçesine 10 km. uzaklıktaki yayvan akışlı kaynak çağlayan Derebağ Şelalesi dar bir vadinin içine 15 m. yukseklikten akıyor. Kaynağını yüksek kayanın ortasından içerilere giden iki mağara oluşturmak ta.
Kayseri Tarihi
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kayseri (eski Mazaka, Kaisareia), klasik çağlarda Kapadokya adı verilen bölgede bulunuyor.
Kızılırmak’ın güneyinde bulunan bu bölge, Tuz gölünden Fırat nehrine kadar uzanıyor. İpek Yolu buradan geçiyor. Bu nedenle her çağda tüm ulusların ilgisini çekmiş ve pek çok uygarlıkların beşiği olmuş.
Kayseri, M.Ö. 4000 ile M.S. 2000 olmak üzere 6000 yıllık bir tarihe sahip. M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu’ya gelen Hititler, Kayseri’ye 22 km uzaklıkta bulunan Kültepe (Kaniş) şehrini kurmuşlar. Kültepe, Kayseri ovasının en büyük şehri ve Anadolu’nun en büyük höyüklerinden biri. Kültepe’nin hemen yanında yer alan Karum’da (Pazarşehir) yapılan kazılarda bu döneme ait çivi yazısı ile çeşitli yazılı tabletler bulunmuş ve bu tabletlerden Asurlu tüccarlarla Hititli yerliler arasındaki ticari ilişkilere ait bilgiler elde edilmiş. Kültepe, M.Ö. 4000 yılından Roma devri sonuna kadar devamlı olarak yerleşme görmüş.
Kayseri’nin 68 km kuzeydoğusunda, dağlık bir bölgede Helenistik ve Roma dönemlerinde uzun süre önemli bir kale olarak kullanılan Kululu adlı bir yerleşim yeri daha kurulmuş. Kültepe ve Kululu, Tabal Krallığının da önemli şehirlerinden. M.Ö. 11 ve 7’nci yüzyıllarda ise bu krallığın merkezi, Erciyes’in eteğinde yer alan Mazaka şehri. M.Ö. 6 ve 5’inci yüzyıllarda bu bölge, Med ve Perslerin egemenliğinde kalmış.
Bağımsız Kapadokya Krallığı M.Ö. 280 yıllarında kurulmuş. Başkenti yine Mazaka’dır ve bu dönemde 400 bin nüfuslu büyük bir şehir.
M.S. 17 yılında Roma eyaleti haline gelen bu bölgenin yönetimi için Roma’dan vali gönderilmiş. Yeni eyaletin başkenti Kaisareia. (eski Mazaka). Bugünkü Kayseri, adını o dönemde Latince bir isim olan Kaisareia’dan almış.
395 yılında Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu içerisinde kalan Kaisareia, politik alanda olmasa bile ticaret alanındaki önemini günümüze kadar koruyabilmiş. Kaisareia, nüfusu 400 bin olan ve saray, kitaplık, misafirhaneler, cüzzam hastanesi, kilise gibi yapıların bulunduğu büyük bir şehir konumunda.
691 ve 721 yıllarında Kayseri, kısa sürelerle Arapların akınına uğramış ve 1071 yılında Malazgirt zaferinden sonra Türk topraklarına katılmış.
1127 yılında Danişmendlilerin, 1162 yılında ise Anadolu Selçuklularının olan şehir, Selçuklular zamanında Konya’dan sonra ikinci başkent olmuş. 1244 yılında İlhanlıların saldırısına uğramış, bir süre Moğol-İlhanlı valilerince yönetilmiş. Kayseri, 1343 yılında Eretna Beyliğinin, 1398 yılında Osmanlıların eline geçmiş. 1402 yılında Ankara savaşından sonra Karamanoğullarının ve Dulkadiroğullarının olan şehir, 1515 yılında Yavuz Sultan Selim’in İran seferi dönüşünde Dulkadiroğullarından alınarak kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmış. Kayseri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, önce Karaman, sonra Ankara eyaletine bağlı sancak, daha sonra da Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte vilayet merkezi olmuş. Doğal sit alanları, Erciyes, Sultansazlığı ve Kapuzbaşı şelalesi çevresi..
Kentsel sit alanlarına örnek olarak Yeşilhisar ilçesinde Erdemli, Soğanlı ve Keşlik köylerindeki eski yerleşim yerleri gösterilebilir. Arkeolojik sitler ise oldukça çok sayıda. Bunlardan bazıları, höyükler, yeraltı şehirleri, eski kilise kalıntıları ve kazı alanları.
Erciyes Dağı
Günpınar Şelalesi
Günpınar Çayı, kaynağından çıktıktan sonra kayalar arasında oldukça yüksek bir düşüş yapar.
Darende İlçesi’nin 10 km. batısında bulunuyor. Günpınar Çayı, kaynağından çıktıktan sonra kayalar arasında oldukça yüksek bir düşüş yapıyor. Şelalenin çıkardığı ses, toz halinde çevreye yayılan su zerreciklerinin kayalar üzerinde akışı, izlenmeye değer. Şelalenin çevresini kaplayan ağaçlar, Günpınar’ın görünümünü daha da muhteşem hale getiriyor. Şelale, her yıl çok sayıda ziyaretçinin akınına uğrıyor. Günpınar’ın çevre düzenlemesi Özel İdarece yaptırıldıktan sonra, şelalenin cazibesi daha da artmış.
Sızır Şelalesi Gemerek İlçesi, Sızır Belediyesi’ne 1km mesafede yeşil bir alan içerisinde Göksu Çayı üzerinde bulunuyor. Alabalık tesisleri var. Göksu çayının bazı kısımlarında sazan türü balıklar avlanabiliyor.
Malatya Tarihi
Malatya’nın, Anadolu ile Mezopotamya arasında geçit veren yol güzergâhında olması, tarihin ilk çağlarından bu yana çeşitli medeniyetlerin, il ve çevresinde yaşamasına sebep olmuş. Hitit, Asur, Med, Pers, Roma, Arap ve Bizans uygarlıkları Malatya’dan gelip geçmiş, son olarak Türkler bu bereketli topraklar üzerinde yerleşip, hüküm sürmeye başlamış. Torosların devamı olan Beydağları’nın çevrelediği Malatya’yı kıvrımlarla bölen akarsular ve dağ eteklerinden çıkan kaynak sularının bolluğu, yörede meyve bahçelerinin ve ova içerisinde yeşil bir örtünün yaygınlaşmasına sebep olmuş. Malatya’da, turunçgiller ve muz gibi az sayıda meyvenin dışında, hemen hemen bütün meyveler yetişmekte. Dünyaca ünlü kayısından kirazına, elmasından armuduna kadar her meyveyi yetiştirmek ve taze taze bulup yemek mümkün. Malatya’nın doğal güzelliği, topraklarının verimliliği ve tarihsel dokusunun yanı sıra, şehre 100 km. mesafedeki Nemrut Dağı’na bağlantısı turizm çekiciliğini arttırmakta.
Edremit Körfezi boyunca uzanan Kaz Dağları, oldukça geniş bir alan kaplıyor. Sütüven Şelalesi ise bu dağların denize bakan yamaçlarından birine kurulu Zeytinli Beldesi’nde bulunuyor. Çanakkale’den sahil yolunu izleyerek önce Altınoluk’a, oradan da Edremit yolu üzerindeki Zeytinlik sapağına ulaşmalısınız. Şehir merkezinden itibaren Sütüven tabelalarını izleyerek şelaleyi bulmak çok kolay. ‘Hasan Boğuldu Göleti’ de şelalenin çok yakınlarında bulunuyor. Koruma altında bulunan şelale, çam ormanlarıyla kaplı bir vadinin arasından akıyor. Yol boyu zeytin yağı, çam ve çiçek balı satan köylüleri görmek mümkün. Bu yamaçlara kurulu köylerde genelde, üretkenlikleriyle bilinen Türkmenler oturuyor. Şelaleye yaklaştıkça vadinin manzarası derenin coşkulu sesiyle karışıp daha bir güzelleşiyor.
Zeytinli’den yola çıktıktan 20 dakika sonra şelalenin bulunduğu yere geliniyor. Sütüven’in kayaları döverken çıkardığı uğultu sizi şelalenin yanına kadar götürüyor.
Burada “Zıplayan Su” anlamına gelen Sütüven adının bu şelaleye çok uyduğunu kanıtlayan bir görüntü ile karşılaşılıyor.
Edremit Güney Şelalesi
Güney ilçesinin 4 km güneyinde yer alan şelale, Menderes Irmağı’nın kıyısında. Güney Şelalesi Cindere Köyü’ne bağlı. Şelale doğal güzelliği için görülmeye değer.
Sakızcılar Asmaaltı Şelalesi
Çal ilçesine bağlı Sakızcılar Köyü’nde yer alan şelale eşsiz bir tabii güzellik sergiliyor. “Ağlayan Kaya” diye anılan şelale, 30 metre yükseklikten dökülmekte. Şelalenin dibinde alabalık yetiştiriliyor. “Hocanın Yeri” olarak bilinen yer ilçe halkı tarafından tercih edilen bir piknik yeri.
Homa (Gümüşsu) Şelalesi
Çivril’in Doğu kesiminde, Çivril-Dinar yolu üzerinde, ilçeye 30 km. mesafedeki kasabaya buradaki suyun iyi niteliği nedeni ile Gümüşsu adı verilmiş. Gümüşsu Kasabası’nın 10 km. uzağında bulunan Düzbey Köyü’nde II. Haçlı Seferi’nin savaş alanı Miryakefalon adındaki tarihi yer var. Burada yaklaşık 30 metre yükseklikten düşüş yapan Homa Şelalesi bulunuyor. Suyu çok soğuk ve tatlı.
Afyon
Yeşilyurt Köyü’nün Tarihi
Yeşilyurt Köyü’nün eski adı Büyük Çetmi olarak biliniyor.
Köy, Kaz Dağı’nın eteklerinde yer alan şirin bir yer. 200 kişilik köy nüfusu, 90 hanede yaşamını sürdürüyor. Yüzyılların birikiminin oluşturduğu taş işçiliğinin örnekleri köydeki binalarda görülüyor. Köy, İda Dağı’nın göbeğinde zeytin ve çam ağaçları ile çevrili.
Bu bölgenin dünyada oksijen oranı en yüksek ikinci yer olduğu tespit edilmiş.
Yeşilyurt’un eski taş evleri son yıllarda, İstanbul ve İzmir’den gelen ve doğal yaşamla içiçe yaşamayı seçen ailelerin, hatta yabancıların gözdesi olmuş. Köydeki tarihi taş evlerin taliplileri bu yüzden her yıl katlanarak artmakta. Köy yerlilerinin çoğu ise yörüklerden oluşmakta. Yörükler çoktan göçerliği unutmuş ve yörenin haklı şöhreti olan zeytincilikle geçinmekte.
Yeşilyurt Köyü, mitolojide “İlk Güzellik Kraliçesi Yarışması”nın yapıldığı dağ olarak geçiyor. Yunan mitolojisinde Tanrıçalar Hera, Afrodit ve Athena’nın katıldıkları güzellik yarışmasının yapıldığı yer olarak adı geçen İda Dağı, günümüzde Kaz Dağı olarak biliniyor. Dağ ile ilgili söylenceler bununla da kalmıyor. Mitolojiye göre Zeus burada doğmuş, Tanrılar Truva Savaşı’nı buradan izlemiş ve Güzellik Tanrıçası Afrodit ilk kez burada aşık olmuş. Edremit Körfezinin kuzeyinde yeralan dağın yamaçlarında, bir çok antik eser günümüze kadar gelmiş. Homeros’un İlyada Destanı’nda ve Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde İda Dağı’nın ismi çok kereler geçer.
Uçarsu Şelalesi ve bir efsane
Uçarsu Şelalesi , Yeşil Göl’ün 250 m kadar güneybatısında bulunuyor. Yeşil Göl’ün kenarından devam eden patikayı takip ederek 5 dakika kadar yüründüğünde ufak bir tepe aşılarak şelalenin üst kısmına ulaşılmakta. Aslında bu noktadan şelale doğru dürüst görünmemekte. Şelaleyi tam olarak görebilmek için yaklaşık 100 m. kadar aşağıya inmek gerekiyor. Uçarsu’yu tam olarak görebilmek için biraz zahmetli gibi görünen bu iniş ve çıkış katlanmaya değiyor.
Yeşil Göl’ün 1 km kadar güneybatısında Aygır Göl’ü adı ile anılan küçük bir göl daha var. Bu gölden batan sular, bir pınar şeklinde açığa çıkmakta ve Uçarsu Şelalesi’ni oluşturmakta. Şelalenin suları, Gömbe tarafına doğru akarak Subaşı Deresine karışıp Avlan Göl’üne dökülmekte. Kış aylarında Akdağ’ın zirveler bölgesine çok kar yağıyor, temmuz ayında bile burada kar görmek mümkün.
Kış aylarında bu bölgedeki göller donuyor, böylece Uçarsu Şelalesi’ni besleyen su kaynakları kesiliyor ve şelale akmaz oluyor. Yaz ayları ile birlikte durum tersine dönüyor.
Yörede yaşayan Alevi köylüleri, Akdağ’ı ve bu dağdan fışkırarak çıkan Uçarsu Şelalesi’ni kutsal kabul etmekteler. Elmalı’ya 15 uzaklıktaki Tekke Köy’ünde ve bazı diğer çevre köylerde yaşayan Aleviler, her yıl 6 – 9 haziran tarihleri arasında Abdal Musa’yı anma şenlikleri düzenlemekteler. Kaygusuz Abdal’ın hocası olan Abdal Musa’nın dergahı, Tekke Köyü’nde bulunmakta. Bu şenlikler sırasında Alevi köylüler, Uçarsu Şelalesi’ne gelip su almakta ve Subaşı Yaylası yakınlarında “Cem Alanı” denilen mevkide toplanmaktalar.
LIDYA (LYDIA) UYGARLIĞI (M.Ö. 700 – 300)
Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak belirlenememiş. Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söylüyorlar. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lydialıların Batı Anadolu’da M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısından itibaren varoldukları kabul edilmekte. En ileri dönemlerindeki kralları şöyle:
Gyges M.Ö. 680-652
Ardys M.Ö. 652-625
Sadyattes M.Ö. 625-610
Alyattes M.Ö. 610-575
Kroisos M.Ö. 575-546
Lidya’nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleri. Bu madenin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes’te işletilmeye başlaması Lidyalıları zenginleştirmiş ve güçlendirmiş. Lidya’nın Anadolu’daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuş. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişler.
Lidya, tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafından da yağmalandı. Ayrıca Medler ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlar. M.Ö. 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir. Lydia devletine son veren Pers kralı Kyros olmuş.
Lidya soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlarmış. Bu tümülüsler Sardes’in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alıyorlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu’daki en yüksek yığma mezar örneği.
Çok zengin olan Anadolu mozayiğinde bugün de izlerine rastladığımız başka uygarlıklarda var. Demir Çağı’nda incelenmesi gerekenler arasında Karia ve Likya uygarlıklarını sayabiliriz. Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler taşımakta. Karialıların daha önceleri Batı Anadolu’da yerleşmiş oldukları bilinen Leleglerden, Lykia’lıların ise Luvilerden geldikleri sanılmakta. Lykia uygarlığının en özgün örnekleri arasında kayalara oyulmuş anıtlar yer almakta.
Lidya devletinin M.Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar, Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu’yu ellerine geçirdiler. Pers egemenliği M.Ö. 333 yılına değin sürdü. Bu dönemden sonra yerli kültür gelişiminin yerini Batı’dan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kültür almaya başladı.
“Ay Tanrıçasının Kölesi”. Lydia Stili. M.Ö. 6. yüzyıl.
Erzurum’un (120 km) kuzeyinde, Artvin yolu üzerinde bulunur. Göl bakımından zengin olmayan bölgenin en önemli gölü olan 6.6 km2’lik Tortum gölü, Tortum çayı vadisinin Kemerlidağ’dan inen bir heyelan kütlesi ile kaplanması sonucu oluşmuş. Göl suları, biraz doğudaki Tev vadisine, oradan da heyelhan kütlesinin önündeki eski mezara yöneldiği sırada 48 m. yükseklikten düşerek Tortum Şelalesini meydana getiriyor.
Erzurum
Muradiye Şelalesi
Van – Doğubeyazıt yolu üzerinde bulunan Muradiye Şelalesi, dinlenme tesisleri ve mükemmel manzarası ile bölge halkının sık sık ziyaret ettiği bir doğa harikası.
Van
Girlevik Çağlayanı
Erzincan’ın 29 km güneydoğusunda yer alan Girlevik Çağlayanı, doğal güzelliği ile ünlü bir piknik alanı. Suyun kışın donmasıyla oluşan sarkıtlarda buz ve kaya tırmanışına da olanak veren çağlayan, coşkuyla akan gür suları ve yeşil dokusuyla bölgenin cenneti.
Erzincan
Erzurum ve Tarihi
Çifte Minareli Medrese
Erzurum tarihi önemini en işlek ticari yolların kavuştuğu yerde bulunmasından ve doğal zenginliklerinden alıyor. Bir Hitit kenti. Birçok Doğu uygarlıkları, Asurlar, Sakalar, Persler bölgede egemenlik kurmuşlar. Makedonya Kralı Büyük İskender de bölgeyi fetheden ünlü hükümdarlardan biri. Roma İmparatorluğu, Erzurum bölgesi için büyük savaşlar vermiş.
İmparatorluğun dağılmasından sonra Bizans’a katılan yöre, Sasaniler’in de ilgisini çekmiş. Bizans, bugünkü Erzurum yakınlarına Theodosiopolis kentini kurmuş ve ticaretle uğraşmış. Bölge Hz. Ömer zamanında İslam ordularının eline geçmiş. Kent İslam uygarlığının yükselişiyle birlikte hızla gelişip, dünyanın en önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biri haline gelmiş. O dönemde adı Kaalikala imiş. Daha sonra, Bizanslılar kenti kuşatıp ele geçirmişler. Erzurum zaman içinde Selçuklular, Saltuklular, Akkoyunlular ve Safeviler’in yönetimine geçmiş. 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim bölgeyi Osmanlı topraklarına katmış. Osmanlılar Erzurum’u ticaret ve sanayi merkezi haline getirmişler. Bölgede hem kültür ve eğitim, hem de savunma sanayi güçlenmiş.
Kentin doğal güzellikleri arasında. Palandöken, Tortum, Dumlu, Oltu gibi yöreler sayılabilir. Erzurum kentinin mimari ve tarihi eserlerinin başında Erzurum Kalesi ve Çifte Minareli Medrese geliyor. Kentin simgesi sayılan Çifte Minareli Medrese 13. yüzyılda yapılmış. Pasinler Kalesi, Üç Kümbetler, Çoban Dede Köprüsü, Ulu Camii, Rüstem Paşa Kervansarayı, Lala Mustafa Paşa Camii ve tarihi saat kulesi mimarileriyle ilgi çekiyor. Kentte çok sayıda türbe bulunuyor. Kotarus (Citharizon) tarihi kenti ve kilisesi bölgenin kültürel zenginliğini yansıtıyor.
Üç Kümbetler
Erzurum Kalesi
Van-Urartu Uygarlığı’nın Başşehri
Urartular M.Ö birinci binyılında Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet kurmuş ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemişler. Urartular ile ilgili ilk bilgilere Asur kaynaklarında rastlanmakta. Asur Kralı Salmanassar I, MÖ 1274 yılında Uruartı’ya karşı sefer yaptığını yazıyor. Ancak o dönemde Urartu kavimleri daha bir devlet haline gelmemiş. Ayrıca Tevrat’da Ağrı Dağı için kullanılan Ararat isminin de Urartu ile alakalı olduğu düşünülür. Urartular ise kendilerine Biainili demişler, Biane ya da Viane isminden bugünkü Van şehrinin adı türemiş.
Urartu ülkesi geçit vermez dağlarla dolu olduğundan kavimler ilk olarak müstakil yerleşim birimlerinde yaşamışlar. Ancak MÖ dokuzuncu yüzyılın başlarında krallıklarını kurmuşlar. Urartu Devleti’nin ve krallık sülalesinin kurucusu I.Sarduri, Van Kalesi’nin ilk kurucusu. Buradaki ilk yazıların da Asur yazısı ile taş bloklara yazılması bu döneme rastlıyor.
Bu dönemden sonra Urartular’ın genişleme dönemi başlıyor. Bu yıllar MÖ 810- 730, Urartular’ın en kuvvetli oldukları dönem. Güneyde Asur ülkesine, batıda Hatti ülkesine yayılmışlar, burada savaşlar yapmışlar. MÖ 730’larda Asur’un güçlenmesiye Urartu Devleti toprak kaybetmeye başlamış. Bu dönemi Asur’la olan savaşlar takip etmiş.
MÖ 605 yılında da Asur İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Bu durum Urartu Devleti’ni de etkilemiş ve Med ve İskit tehlikesi Urartu üzerine odaklanmış.
Urartu İmparatorluğu da bu saldırılara dayanamamış ve MÖ yedinci yüzyılın sonunda tarih sahnesinden çekilmiş. Eski Urartu kaleleri Çavuştepe ve Toprakkale’de bulunan İskit tip ok uçları Urartu ülkesini İskitler’in ele geçirdikleri yönündeki Babil tarihlerini desteklemekte.
Urartular bölgede önemli bir uygarlık oluşturmuşlar, Urartu metal işlemecilik sanatı çevre kültürler üzerinde etkili olmuş. Bu gelenek bugün bile devam etmekte.
Toros Dağlarının güneyinden itibaren manzaraları, ince kumlu plajları, sahillere gizlenmiş koylarıyla, sakin ören yerleri ve çekici tatil merkezleriyle Akdeniz kıyıları uzanıyor. Burada mitoloji ve tarih iç içe. Çok sayıda mitolojik öyküye konu olmuş. Bunlardan ikisi şöyle: Antalya’nın batısındaki dağlarda ağzından ateş püsküren canavar Kimera yaşamaktaymış. Lydialı kahraman Bellerofontes kılıcını çekerek Kimera’nın başını kesmiş. Olimpos Dağı’nın (Tahtalı Dağ) güneydoğu eteklerinde topraktan yükseldiğini gördüğünüz alevin hala Kimera’nın ağzından çıktığı söyleniyor. Diğer biri ise, tüm güzel sanatların tanrısı Apollon’nun yaşadığı talihsiz aşklardan birisiyle ilgili. Apollo Dafne adına güzel bir kıza aşık olmuş. Ancak kız, onun aşkına karşılık vermemiş. Apollo, Antalya yakınlarında Dafne’yi kovalarken Dafne’nin ayakları yere ağaç olarak kök salmış, elleri kolları ve tüm bedeniyle birlikte defne ağacına dönüşmüş.
Yine efsanevi kutsal Noel Baba Patara‘da doğmuş, bugünkü Demre’de yaşamış ve ölmüş. Antalya’nın batısındaki antik Likya (Lykia) bölgesinde Termessos ve Arikanda gibi antik dağ kentlerinden başka Olimpos, Kale, Kekova ve Kaş gibi sahil kentleri de bulunuyor. Yine Antalya’nın doğusunda, eski adıyla Pamfilya olarak bilinen kıyı ovasında Perge, Aspendos, ve Side gibi antik kentler yer alıyor. Antalya batıda genç dağlara doğru uzanan Konyaaltı ve doğudaki Lara plajlarıyla Akdeniz’in en önemli şehirleri arasında. M.Ö. 2 yüzyılda kurulan şehrin sembolü, Selçuklulardan kalma Yivli Minare. Aşağı Düden Şelalesi, Antalya’nın doğusunda, kayalar üzerinden denize akıyor. Antalya’yı, portakal, limon ve muz bahçelerinin ortasında, görkemli Toros dağlarının güney eteklerinde bulunan panoramik liman şehri Alanya takip ediyor. 13. yüzyıldan kalma iyi korunmuş kalesi ve şirin plajlarıyla ünlü.
Anamur‘dan Silifke’ye giden yol kıyı manzarası içinde devam ediyor. Narlıkuyu yakınlarındaki çöküntü mağaraları ’Cennet ve Cehennem’ diye isimlendirilmiş. Geniş bir alanı kaplayan ‘’Cennet Mağarası’’ ayanı zamanda küçük bir kiliseyi içinde bulundurmakta. Orta çağdan kalma Korykos Kalesi’nin karşısında Kızkalesi yükseliyor.
Mersin, sahil promenade bulvarıyla sevimli parklarıyla, ticari limanıyla ve serbest bölgesiyle modern Akdeniz şehirlerinden biri. Bu bölgenin doğusunda bulunan Dörtyol (İssos) ovasında büyük İskender’in Pers Kralı Darıus’u yendiği biliniyor. Onun bu zaferi kendi adıyla anılan liman şehri İskenderun’un kurulmasına sebep olmuş.
İskenderun’un güneydoğusun-dan itibaren yol belen geçidi üzerinden Antakya‘ya uzanıyor.
Aziz Petrus tarafından kurulan ilk Hıristiyan komün, Antakya’ya dinsel bir önem kazandırmış. İlk vaazlar şehrin dışında bir mağarada verilmiş. Burası bugün bir haç yeri olarak ziyaret edilmekte. Ayrıca Antakya’da, içinde ender mozaiklerin sergilendiği bir Mozaik Müzesi bulunuyor.
Antalya’nın Şelaleleri
Antalya’nın doğal güzelliklerden biri de Torosların güneyindeki kaynaklardan çıkan akarsuların, geçtikleri yerlerde veya denize dökülürken oluşturdukları inanılmaz çağlayanlar. Antalya’nın 39 m yüksekliğindeki dik traverten falezinden denize düşen Düden Suyu, Kepez Mesire yerinde bir çağlayan oluşturuyor. Aynı suyun Antalya’ya gelen bir kolu, Yedioklar denilen yerde değişik kollara ayrılarak 13 çağlayan halinde denize dökülüyor ve muhteşem manzaralar oluşturuyor. Antalya’da turistik önemi olan şelaleler; Yukarı Düden Şelalesi, Aşağı Düden Şelalesi, Kurşunlu Şelalesi, Uçarsu Şelalesi ve Manavgat Şelalesi. Bunlardan başka Gündoğmuş Kasabası civarında Çevikli, Kızılkaya gibi şelaleler de sayılabilir.
Yukarı Düden Şelalesi
“İİskender Şelalesi” de denilen bu şelale, şehir merkezinin kuzeyinde merkeze 10 km uzaklıkta. Şelalenin bulunduğu yer sık ağaçlı ve yemyeşil görünümü ile cenneti andırıyor. 20 m yükseklikten dökülen suyun kaynağı; şelaleye 22 km uzaklıkta olan “Kırkgöz Mevkii”. Mağaraya inilerek, arkadan da izlenebilen şelalede ayrıca görülmeye değer kaya mezarları da bulunuyor. Ayrıca şelalenin düştüğü yerdeki tabandan su kaynak halinde çıkmakta.
Şelale, “Mesire Yeri ve Piknik Alanı” haline getirilmiş. Belediye Halk otobüsü ve minibüslerle ulaşım mümkün.
İskender Şelalesi” de denilen bu şelale, şehir merkezinin kuzeyinde merkeze 10 km uzaklıkta.
Aşağı Düden Şelalesi
Larayolu üzerinde, Karpuzkaldıran Plajı yakınlarında, şehir merkezine 8 km uzaklıkta.
Düden çayının yaklaşık 40 m yüksekliğindeki bir falezden su bulutu halinde denize dökülmesi ile oluşan muhteşem güzellikteki bir şelale. Hemen yanında bulunan “Gençlik Parkı”ndan veya herhangi bir deniz aracındayken denizden bakıldığında manzara görülmeye değiyor.
Kurşunlu Şelalesi
Antalya-Mersin karayolunun 24 km’sinden sola dönülerek 7 km devam edilince çam ağaçlarının arasında zengin bitki örtüsü olan bu şelaleye ulaşılıyor. 18 m yükseklikten dökülen, 7 adet küçük göletin küçük şelaleciklerle birbirine bağlandığı, 2 km’lik bir kanyon içindeki bu şelale 1986 yılında hizmete açılmış. Şelale ve piknik yeri 33 hektarlık bir alanı kaplıyor.
Kurşunlu Şelalesi, Antalya Bölgesi’nin sahip olduğu irili-ufaklı birçok piknik alanı ve şelaleler arasında, bitki zenginliği yönünden dikkat çeken doğal güzelliklerinden birisi. Kurşunlu Şelalesi’ne, Antalya’dan Aksu kasabası yönüne gidildiğinde, Antalya Havaalanı’ndan 3 km kadar sonra, yol levhalarından da anlaşılacağı gibi, sola sapılarak gidiliyor. 8 km’lik asfalt yol, bahçeler ve tarlalar arasından geçerek sizi Kurşunlu Şelalesi’ne ulaştırıyor. Bu küçük şelale etrafındaki Orman Bakanlığı’nca düzenlenen piknik alanı, şelaleden inen suyun akıp gittiği küçük bir derenin kenarında yer alan yaya gezinti yolu, bitki zenginliği yönünden, Antalya’nın en ilginç yerlerinden birisi. Özellikle bu gezinti yolu üzerinde ve “Bitki Tüneli” olarak adlandırılan bu bölümde, kış hariç diğer mevsimlerde bin bir çeşit bitki türü dikkatleri üzerine çekiyor. Bu güzel ve ilginç şelaleye, hemen yanında yer alan piknik alanının kuzeybatısında yer alan merdivenlerden inilerek ulaşılıyor. On metre kadar yükseklikten düşen su, aşağıda küçük bir gölcük oluştuyor. Bu küçük gölün batı yönünde çevre düzeni çalışmaları sırasında restore edilmiş bir su değirmeni var. Mevsimine göre, etrafı sık yeşilliklerle sarılmış bu küçük gölde, tatlı su kaplumbağaları, yengeçler ve balıklar bulunuyor. Bu küçük gölden güneye akan suyun oluşturduğu küçük derenin kıyısını izleyen gezinti yolu, sizi bitkiler dünyasına götürüyor. Bu patika yol üzerinde binlerce çeşit bitki etrafınızda adeta bir duvar oluşturuyor.
Kurşunlu Şelalesi, Antalya Bölgesi’nin sahip olduğu irili-ufaklı birçok piknik alanı ve şelaleler arasında, bitki zenginliği yönünden dikkat çeken doğal güzelliklerinden birisi.
Manavgat Şelalesi
Batı Toroslar’ın Seydişehir ve Beyşehir Gölleri arasına giren Şeytan Dağı’nın (2.130 m) yamaçlarından kaynağını alıyor. Antik devirde Selevkia ve Side antik kentlerine su kemerleri ile su veren Manavgat Çayı, dağlık ve ormanlık alanlardan geçerken kanyon biçimli dar bir vadide akarak, 1984 yılında tamamlanan Oymapınar Barajı’nda 500 hektarlık bir yapay göl oluşturduktan sonra düzlükte akıyor ve Manavgat ilçe merkezinin 4 km kuzeyinde güzel bir şelale meydana getiriyor.
Mntalya’ya 80 km mesafede bulunuyor. Batı Toroslar’ın Seydişehir ve Beyşehir Gölleri arasına giren Şeytan Dağı’nın (2.130 m) yamaçlarından kaynağını alıyor. Antik devirde Selevkia ve Side antik kentlerine su kemerleri ile su veren Manavgat Çayı, dağlık ve ormanlık alanlardan geçerken kanyon biçimli dar bir vadide akarak, 1984 yılında tamamlanan Oymapınar Barajı’nda 500 hektarlık bir yapay göl oluşturduktan sonra düzlükte akıyor ve Manavgat ilçe merkezinin 4 km kuzeyinde güzel bir şelale meydana getiriyor. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde gürül gürül akışı görülmeye değer bir manzara oluşturuyor. Ayrıca Manavgat Irmağı’nı besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı kaynağı, sol kıyıdaki dik bir kayanın yüzünde bulunan küçük mağaralardan fışkırarak çıkar. Duman ve köpük halinde 15 m kadar yükselir ve ırmağa karışıyor.
Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları var. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkanını sunarlar. Ulaşım, Manavgat’tan kalkan minibüslerle sağlanıyor. Alara Şelalesi
Antalya’ya bağlı olan Köprülü beldesindeki dağların eteklerinden şelale yaparak doğan Alara Çayı, Manavgat’ın Boztepe köyü yakınlarından denize dökülüyor. Çayın uzunluğu 70 km. Bahar ayları bu bölgede rafting için en uygun sezon.
Alara Deresi Torosların en yüksek zirvelerinden biri olan Geyikdağ (2800 m.) ve Akdağ (2500 m.)’den besleniyor. Torosların karstik yapısından ötürü, çok sayıda derede olduğu gibi, bir süre yer altından akıyor sonra yüzeye çıkıyor.
Alara Çayı, yüzeye çıktığı noktalardan birinde yaklaşık 25 m’lik bir şelale olup dökülüyor.
Alara Şelalesi, Akdeniz’in keşfedilmemiş coğrafi güzelliklerinden biri.
Şelaleye ulaşmak için Alanya Konaklı’dan kuzeye, Güzelbağ, Gündoğmuş yolunu izlemek gerekiyor. Şelale’ye ulaşmak Konaklı‘dan yaklaşık 70 km sürüyor.
Harbiye (Defne) Şelaleleri
Antakya-Yayladağı yolu üzerinde 7 km uzaklıkta bulunuyor. Seleukos ve Roma dönemlerinde çağlayanlarıyla tanınan dünyaca ünlü bir safiye yeri olan Defne çok sayıda köşkleri, tapınakları, eğlence yerleriyle ünlüydü ve stadyumunda düzenlenen olimpiyatların ihtişamı dillere destandı. Şiddetli depremlerle yok olan şehirden bugüne gözle görülür bir eser kalmamış. Harbiye bugün de çok ilgi gören bir mesire ve sayfiye yeri. Aynı zamanda heykeller, ipek ve turistik eşya üretimi yönüyle de tanınıyor.
MİTOLOJİDE DEFNE AĞACI
Bir gün erkek güzelliğinin sembolü olan tanrı Apollo, Thessalia ırmağını çevreleyen ormanda gezerken, orman ve superisi güzel Daphne’yi görür ve kalbini ona kaptırır. Ancak ırmak tanrısı Peneus’un kızı Daphne kendini tanrı Gaia’ya adamış ve bakire kalacağına söz vermiştir. Daphne, Apolloyu farkedince uzaklaşmaya çalışır. Ancak Apollo tarafından yakalanacağını anlayınca babasından kendisini kurtarması için yardım ister. Kızını reddedemeyen baba onu oracıkta defne ağacı şekline dönüştürür. Yakışıklı tanrı Apollo, kendine defne ağacından bir taç yapar. O günden beridir eski Isparta’da krallar, kahramanlar, şairler, ressamlar ve artistler defne yapraklarından yapılmış taç giyerler
Mut-Ilısu Şelalesi
Mut-Ermenek asfaltından 25 km kadar gittikten sonra sol tarafta çam ormanları arasındaki Gezende Barajı var. Devamında Gezende köyüne geliniyor. Gezende köyü baraj manzaralı bir köy. Köyde tarihi kalıntıları kaya mezarlarını görmek mümkün. Ilısu Köyünden 5 km kadar uzakta bulunan Ilısu Şelalesi kayalık dağın, suyun gücü karşısında ikiye ayrılmak zorunda kaldığı ve mükemmel bir görüntü sergiliyor. Çam ormanlarının içinden şelaleye gidiliyor. Yaklaşık on katlı bir binanın yüksekliği kadar mesafeden, büyük bir gürültüyle akan şelaleye vardığınızda görüntü nefes kesiyor. Yüz metrelik blok kaya su tarafından oyulmuş. Su geldiği yerden, birden bu kaya yarığına sıkışınca, büyük bir tazyikle aşağı doğru fırlıyor. Su yere varmasına 4-5 metre kala iyice zerrelere ayrılıyor, düştüğü noktada geniş bir su buharı oluşuyor. Köpükler, gökkuşağı renkleri, şelaleden sonra oluşan kireçli açık mavi renk, seyredilmeye doyulmuyor.
Mut -Yerköprü Şelalesi
Şelalenin kenarından mağaraya doğru baktığınız da O dumanlı görüntünün gerisinde 200 metre uzunlukta 5-10 metre genişlikteki tabanı göl olan bir mağara uzanıyor. Mağarada suyun mavi ve yeşil tonlar da olması, mağaranın tavanındaki sarkıtlardan damlayan suyun görüntüsü ve serinlik muhteşem.
Şelale, 110 milyon yıl önce kireç taşlarının faylanması sonucunda çok dar bir kanyonun oluşması ve yine bu faylanmaya bağlı bol karbonatlı su taşıyan bir kaynak suyun varlığı ile ortaya çıkmış.
Mut-Gülnar, Ermenek üçgeninde yer alan, bir doğa harikası olan Yerköprü Şelalesi’ne Mut-Ermenek güzergahından 5 km. kadar gidildikten sonra varılıyor. Köprü görevini gören mağaranın Gezende Barajı’ndan gelen su ile beslenmesi sonucu kayanın dibinden yani gözden çıkan suyun birleşme yerindeki hareketlilik adeta gökkuşağı renkleri oluşturuyor. Şelaleden sarkıt şeklindeki yosunların üzerinden akan suyun bazı yerlerde yoğun, bazı yerlerde damlalar halindeki düşüşü çok farklı bir görünüm ortaya çıkarıyor.
Şelalenin kenarından mağaraya doğru baktığınız da o dumanlı görüntünün gerisinde, 200 metre uzunlukta 5- 10 metre genişlikte, tabanı göl olan mağara uzanıyor. Mağara da suyun mavi ve yeşil tonlarda olması, mağaranın tavanındaki sarkıtlardan damlayan suyun görüntüsü ve serinlik muhteşem.
Tarsus Şelalesi ve Roma Mezarları
Tarsus İlçe Merkezinin kuzeyinde Berdan (Kydnos) Çay’ı üzerinde bulunuyor. Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek şelale meydana getiriyor. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan nekropol (mezarlık) olarak kullanılmış. Şelalenin bulunduğu alanda kayalara oyularak yapılmış mezarlar, nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumda.
Tarsus ırmağının yatağının değiştirilmesi sonucu ırmağın 3-5 metre yükseklikteki mezarlar üzerinden akmasıyla şimdiki şelale oluşmuş.
Tarsus bir dünya dinleri, kültürleri şehri. Bilal-i Habeş, St.Paul Kilisesi, Eshab-ı Keyf (Yedi Uyurlar) hep Tarsus’un tarihi hazineleri.
Kayalı Şelalesi Kırklareli’ne yaklaşık yirmi kilometre uzaklıktaki Kayalı Köyü, Teke Deresi ve Kayalı baraj gölü çevresindeki yürüyüş parkuruyla biliniyor. Teke Deresi’ne katılan suyun oluşturduğu şelale on beş metre yükseklikteki kayalardan dökülüyor.
Kırklareli
Erikli Şelalesi Çınarcık yakınlarındaki Erikli Yaylası, Gürcü köyü Teşvikiye’nin 6 km. yukarısında bulunuyor. Çevresinde çok güzel bir yürüyüş parkuru sunan Erikli Deresi’nin üzerinde birçok şelale bulunuyor. Erikli Yaylası’ndan, dere izlenerek, 30 dakika süren bir yürüyüşle ağaçların arasında gizlenmiş bulunan şelalelere varılıyor.
Çalderesi Şelalesi
Samanlı Dağları’nın yamaçlarında akan Çal Deresi, kestane, ıhlamur, ceviz, kayın ve meyve ağaçlarıyla çevrili. Taz Dağı eteklerindeki büyük şelaleye ulaşana kadar karşınıza irili ufaklı şelaleler ve gölcükler çıkıyor. Çal Deresi’nin debisi ilkbaharda arttığı için mayıs ve haziran ayları şelaleleri görmek ve şelalelerin altındaki küçük gölcüklerde yüzmek için ideal. Çaldere’ye ulaşmak için Yalova üzerinden Çınarcık’a ulaşmak gerekiyor. Çınarcık – Armutlu yolu üzerinden Esenköy’ü 2 kilometre geçince “şelale alabalık” tabelasının bulunduğu noktadan ormanlık alana sapılıyor.
Samandere Şelalesi
Düzce’nin güneydoğusunda, il merkezine 26 km. mesafede yer alan Samandere Şelalesi, Samandere Köyü sınırları içinde bulunuyor.
Bulunduğu köye adını veren, tabiat olaylarının meydana getirdiği Samandere Şelalesi, doğal oluşum özellikleri ile Milli Parkar Kanunu gereğince ve Orman Bakanlığınca “Tabiat Anıtı” olarak tescil edilmiş. Samandere Şelalesi’nin de bulunduğu 500 metrelik dere boyunca, anıt ağaçlar, üç adet şelale ve bir de “Cadı Kazanı” adı verilen derin bölüm bulunuyor.
Samandere Şelalesi’nde, büyük ağaçların arasından şiddetle akan sular, beyaz köpükler halinde dökülerek “Cadı Kazanı” içinde, derin kayalıkların arasında adeta kaynamakta. Şelalenin arkasındaki kayanın içinde, doğal olarak oluşan mağara ile bir ara kaybolan sular biraz ilerden tekrar ortaya çıkarak akışını sürdürüyor. Suyun şiddetli akışından şekillenen kayalarıyla da Samandere Şelalesi, görülmeye değer güzelliklere sahip.
Güzeldere Şelalesi
Güzeldere Şelalesi, Düzce’nin Gölyaka ilçesinin sınırları içerisinde Düzce’ye 28, Gölyaka’ya ise 16 km mesafedeki Gölyaka Güzeldere Köyü’nde ve rakımı 630 metre. Güzeldere Köyü’nden geçen Bıçkı Deresi üzerinde bulunan Güzeldere Şelalesi 135 m. yükseklikte ve estetik yönden yörede ayrıcalıklı bir konuma sahip. Güzeldere Şelalesi Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Koruma Genel Müdürlüğü tarafından “Orman İçi Dinlenme Yeri” olarak tescil edilmiş. Elmacık Dağı’na (1700 m) uzanan bu şelale ve çevresi orman yapısı ile de dikkat çekiyor.
Şelalenin bulunduğu alanda, kayın, gürgen, köknar, porsuk, sarıçam, karaçam, kestane, ıhlamur, akçaağaç, dişbudak, ceviz, orman kavağı, orman söğüdü, orman gülü, kara yemiş, papaz külahı ağaçları; böğürtlen, üvez, alıç, taflan, kantaron otu, kardelen, arap sümbülü, siklamen, menekşe, düğün, eğrelti, fiğ, burçak gibi bitkiler de bulunuyor.
Yaban hayatı yönünden de bu bölge zengin. Boz ayı, kurt, tilki, çakal, vaşak, karaca, geyik, yaban domuzu, sansar, karatavuk ve ağaçkakan gibi hayvanlar da bu bölgede görülüyor.
Aydınpınar Şelaleleri
Düzce’ye hakim bir tepede yer alan Aydınpınar şelale kümesi birbiri ardınca sıralanan 5 şelaleden oluşuyor. Düzce merkeze 10 km uzaklıkta yer alan Güzeldere Edteni Kuş Cenneti Gölü yolu alabalık üretim ve tüketim tesisleri yolu üzerinde. Oldukça etkileyici bir görünüm sunuyor.
Düzce
Saklıkent Şelalesi
İsminden anlaşılacağı gibi göze çarpması zor bir ormanlık alanda bulunuyor. Yeni keşfedilmiş. Yığılca’ya 5 km uzaklıkta Yedigöller yolu üzerinde.
Saklıkent Şelalesi Ormaniçi Dinlenme Yeri
Düzce
DOĞANÇAY ŞELALESİ Doğançay hem dere içi yürüyüş hem de şelale gezisini bir arada sunuyor. Üç kademeli şelalesi oldukça etkileyici. TEM’den Bilecik çıkışından ayrılıp Bilecik istikametine doğru devam edilirse 11 km sonra solda Doğançay girişini görüyorsunuz. Ana yoldan ayrıldıktan sonra tren yolunu geçer geçmez PTT binasından sola sapın. Köprüyü geçtikten sonraki ilk sağa sapın. Bu yol sizi dereye kadar götürüyor. Şelale için muhakkak yerli halka yolu sorun. Şelaleye kadar olan yoldaki sık orman dokusu oldukça hoşunuza gidecek.
Saitabat Şelalesi
Bursa’nın Osmanlı izlerini taşıyan Cumalıkızık Köyü’den 3 kilometre sonra Saitabat Şelalesi’ne ulaşılıyor. (Bursa’dan 12 km uzaklıkta) . Coşkun bir şelale. Gürül gürül su sesine kuş sesleri karışıyor. Etrafında yemyeşil çimenler ve çınar ağaçlarıyla çevrili bir alan var. Suyun debisine yıllarca meydan okuyan sert kayalardan oluşan kanyonun gözünden tepinircesine dökülen şelalenin suyu, yüzünüze serinlik olarak çarpıyor. Şelalenin yokuş aşağıya aktığı bölümde her iki yakada yer alan kır lokantalarından gelen alabalıkların kokusu iştahınızı açmak için birebir.
Softaboğan Şelalesi
Çobankaya deresi, Çobankaya ile Bakacak arasındaki yola paralel ilerleyen bir dere. Bakacak istikametine doğru ilerlerken herhangi bir noktadan sağa saparak, ormanın içinden aşağılara doğru indiğinizde dereye varıyorsunuz. Çobankaya deresi, içinde yürünmesi kolay bir dere. Taştan taşa atlayarak suya girmeden ilerleyebiliyorsunuz. Yukarı doğru yürüdüğünüzde Çobankaya’nın karşılarındaki düzlüklere varıyorsunuz. Softaboğan şelalesine varmanın en kestirme yolu ise, Çobankaya’dan bir – iki km uzakta olan telesiyej istasyonunun karşısından aşağı doğru inmek.
Suuçtu Şelalesi
Özellikle İstanbul ve Balıkesirliler için hafta sonlarında gidilebilecek bir dinlenme yeri. Kaplıcalarından da yararlanabilen Tümbüldek’e 13 km. bir yolla bağlanan “Su Uçtu”, orman ve şelalesiyle gelenleri adeta büyüleyen bir mesire yeri. Kışın eni 30 metreye, genişliği selde 50 metreye kadar yükselen şelale, Mustafa Kemal Paşalıların içme suyunu da karşılıyor. Suuçtu şelalesi, kayın, meşe ve çam ağaçlarıyla çevrili bir doğa cenneti.
Aras Şelalesi Uludağ’ın kar sularını taşıyan Aras Deresi üzerinde bulunan Aras Şelalesi, kayalıkların içinden 15 metre yükseklikten düşüyor. Bursa-Soğukpınar arası 30 km olup, köyden itibaren 5 km bir yolla Ketenlik yaylalarına, oradan da şelaleye varılıyor.
Gürlek Şelalesi
Küçükkuyu – Altınoluk arasında Adatepebaşı Köyü yakınlarında bulunuyor. 120 metre yükseklikten düşen şelalenin döküldüğü yerde blok kayalar bulunuyor. Su bir büvete dökülüyor ve buradan tamamen yer altına gidiyor. Şelaleye ulaşmak zorluklar içeriyor. Köy sakinlerinden yardım istemek gerekiyor.
Kirazlı Şelalesi Kirazlı Yayla, Erdek’in Kocaburgaz ve Yukarı Yapıcılar Köyü arasında yer alıyor. Yayla yolu Yukarı Yapıcılar Köyü’nün hemen girişinden ayrılıyor. Bu yoldan ilerlemeye başladıktan yaklaşık bir saat sonra ormanların arasında uçsuz bucaksız çimenleriyle uzanan yayla karşınıza çıkıyor. Yaylanın sürprizi Kirazlı Manastırı. Yayladan doğan derelerden biri Manastır’ın yanından akan Kirazlı Deresi. Yayladan dereyi takiple yarım saat sonra yoldan dere boyuna ayrılan küçük bir patika karşınıza çıkıyor. Bu kısa patikanın sonunda yarımadanın en güzel şelalelerinden biri olan Kirazlı Şelalesi’ne ulaşılıyor. Yosunlarla kaplı kaya bloklardan dökülen şelalenin altında yazın serinlemek ve yüzmek için çok uygun bir de doğal havuz bulunuyor.
CUMALIKIZIK KÖYÜ
Osmanlı yerleşimlerinin yavaş yavaş Bursa civarına kaydırıldığı dönemde kurulmuş 700 yıllık bir vakıf köyü Cumalıkızık. Osmanlı’nın erken dönemine ilişkin sivil mimarinin en güzel örneklerini barındıran, tarihi dokusunu günümüze dek koruyabilmiş bir açık hava müzesi aynı zamanda…
Bursa’nın 10 kilometre doğusunda, Bursa-Ankara karayolundan Uludağ eteklerine sapan yol, 3 kilometre sonra Cumalıkızık köyüne ulaşıyor. Bursa’nın yanı başında bulunan yerleşim, hiç apartmanı olmayan, mimari dokusu bozulmadan günümüze ulaşmış ender köylerden biri.
Uludağ eteklerinde yer alan Cumalıkızık köyünün kuruluşu çok eskilere dayanıyor. Orhan Gazi Bursa’ya girmeden önce birçok yerleşim alanı kurmuş: Bayındırkızık, Derekızık, Hamamkızık, Değirmenlikızık, Fidyekızık. Bunların arasından topluca gidilip cuma namazı kılınan köye de Cumalıkızık denmiş. Köyler birbirine yakın olduğu için, bir sigara içimlik sürede birinden çıkıp diğerine ulaşılıyormuş. Birbirine yakın köylerdeki evler de iç içe inşa edilmiş. 700 yıllık cami, evlenme törenleri ile bayramlarda kullanılan tarihi hamam, Sanatevi ve Etnografya Müzesi Cumalıkızık’ta görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Köy halkının, gösterdiği sıcaklık, samimiyet ve misafirperverliğin gezinize ayrı bir tat katacağı kesin. Ekşi maya ile yapılmış ve odun ateşinde pişirilmiş nefis ekmeğinin tadına bakmadan Cumalıkızık’tan ayrılmayın. Köy fırınının bayatlamayan ekmeği için çevre köylerden ve Bursa’dan gelenler oluyor. Fırının ekmeği kadar çöreği de ünlü.
İstanbul’dan, otoyol ile Darıca, Bayramoğlu sapağından çıkıp feribotla Eskihisar’dan Topçular’a geçtiğinizde Yalova’dan Bursa’ya iki saatte ulaşmanız mümkün. Göbekten Ankara-Eskişehir yoluna dönerseniz, 9 kilometre sonra sağa ayrılan iki yanı ağaçlı asfalt yol 2 kilometre sonra sizi Cumalıkızık köyüne getiriyor.