Ege Bölgesi

Ege Bölgesi

Ege Bölgesi

BOZCAADA


Bozcaada, Türkiye’nin üçüncü büyük adası… Üzüm bağları, tertemiz denizi, tarihi ve kültürel yapısı ile Ege’nin en cazip tatil yörelerinden.

Bozcaada tipik Akdeniz iklimini etkilerini taşımakla beraber, Boğaz’ın tam çıkışında bulunması nedeniyle Kuzey rüzgarlarını fazlaca alıyor. Bu yüzden Temmuz sıcağında bile hafif esen rüzgar sayesinde bunaltıcı sıcaklardan uzak. Ada’nın bu iklim özelliği, kendine özgü ve dünyanın hiçbir yerinde yetiştirilemeyen “Çavuş üzümü”ne ortam hazırlıyor. Bu leziz üzümler de Bozcaaada’nın bir şarap diyarı olmasını sağlamış. 

Bozcaada çevresinde irili ufaklı 10 ada bulunuyor. Adanın en çok rağbet gören yerlerinden olan kıyı bandı ise eşsiz kumsalı, sığ ve ılık deniziyle, büyüleyici güzellikte.  Bozcaada’nın arka yüzünde, Bozcaada Festivali’nin de yapıldığı Ayazma Koyu bulunuyor. Ayazma’da yer alan plaj, Bozcaada’da denize girmek için en popüler yerlerden. Başta ilginç coğrafik yapısı ile Mermer Burnu, Ayana, Tuzburnu ve İğdelik mevkii, denize girmek için daha sakin koylar arayanlara çeşitli alternatifler sunuyor.

Bozcaada, 1920’li yıllara kadar yoğun Rum nüfusunun hakim olduğu bir bölge iken, geçen yıllarla adadaki Türk-Rum dengesi bozulmuş. Rumların büyük çoğunluğu Yunanistan’a göçmüş. Bugün geriye, yapılış tarihleri 1800’lü yıllara kadar giden güzelim Rum evleri kalmış. Sokakların iki yanındaki zakkum, begonvil, gül, hanımeli ağaçları yolu kaplıyor. Yaz-kış açık tesislerin çoğunu ise pansiyonlar oluşturuyor. Geçen yüzyıl başında yapılan Eski Rum ilkokulunun restorasyonuyla yenilenen otelde de kalabilirsiniz, sevimli pansiyonlarda da…

Bozcaada’ya gitmek için önce Çanakkale’ye ulaşmak gerekiyor.

Çanakkale’de Ezine’deki Geyikli Yükyeri İskelesi’nden Bozcaada’ya feribot seferleri var.

GÖKÇEADA


Ege Denizi’nin kuzeybatısındaki Gökçeada eski adıyla İmroz,Türkiye’nin en büyük adası…

Doğal güzellikleri ile bir cennet olan Gökçeada’da sessizliğin sadece denizin uslanmaz dalgaları ile bozulduğuna tanık olacaksınız. Ada’nın güneyinde Kefalos-Aydıncık sahilleri uzanırken, hemen yanındaki tuz gölünde çamur banyosu yapabilir, eğer şansınız varsa burada yuvalanmış flamingoları da görebilirsiniz. Dereköy; bundan birkaç on yıl önce, binlerce insanıyla, iki binden fazla hanesiyle Türkiye’nin en büyük köyü olma özelliğine sahipti. Günümüzde beş on hanesinde yaşayan Rumlar dışında terkedilmiş harabe bir köy görünümünde. Zeytinliköy (Aya Todori) ise Gökçeada’nın en popüler, en iyi korunmuş köyü olma özelliğini taşıyor. Köydeki evlerin çoğunluğu onarılmış ve içinde yaşam devam ediyor. Yeşillikler içinde bir tepe kenarında kurulmuş Zeytinliköy’den kuşbakışı Gökçeada merkezini ve ovayı izleyebilirsiniz. Yüzyıllık geleneğin yaşatıldığı Madamın Dibek Kahvesi’nden içmeden ayrılmayın köyden. Yaşlı çınar ağaçları ve tarihi çeşmesiyle Gökçeada’nın en renkli, en hareketli cıvıl cıvıl yeri ise Kaleköy (Kastro)… Akşam saatlerinden itibaren gecenin ilerleyen saatlerine kadar dolu dolu yaşanıyor Kaleköy’de. Restoranlar, barlar, kafeler, çay bahçeleri herkese ve her keseye hitap edebilecek zenginlikte.

Çanakkale veya Eceabat’tan feribot ve arabalı vapurlarla adaya ulaşabilirsiniz.

ASSOS


Assos çok özel bir coğrafya… Zeytin ağaçları, balıkçı tekneleri, taş evler ve turkuvaz renkli deniz ve dantel gibi Ege kıyıları… Assos’un kendine özgü mimarisi ve şirin lokantalarla dolu limanı. Şarap gibi bir tatlı hava…  Yılın dört mevsimi açık olan tesisleri ile tam bir tatil cenneti.  Balığı ve kalamarıyla ünlü Assos, aynı zamanda ünlü filozof Aristoteles’in burada evlenmesine neden olacak güzellikte bir cennet.

Kentin gürültüsünden kaçıp başını dinlemek için bulunmaz fırsatlar yaratan Assos’un en cazip yanlarından biri bölge coğrafyasının bütün yıla yayılan ılıman iklimi. Sadece yazın değil, kışın da keyifle tatil yapabilirsiniz Assos’da. Bölgede yer alan oteller, kış aylarında da konuklarını ağırlamak için her tür donanıma sahip. Assos’un tatil merkezi olan iskelesi, eski antrepoların restorasyonuyla yapılmış otel, motel ve restoranlarla çevrelenmiş küçücük bir yerleşim yeri. Fakat bu küçücük iskeleye günün her saati ayrı bir keyif hakim.

Assos; İstanbul’a 400 km. uzaklıkta.

KADIRGA KOYU


Assos (Behramkale) antik kent merkezine 3 km. uzaklıktaki Kadırga Koyu, eşsiz denizi ve kumsalı ile tatilcilerin gözdelerinden biri.Tarihte büyük önem taşıyan bu koy yıllarca Osmanlı donanmalarının bakımının yapıldığı yer olarak hizmet vermiş.


BABAKALE


Osmanlı’nın son kalesi Babakale’de zeytin ve çınar ağaçlarının huzur dolu dinginliğinde nostaljik kasaba tadı… 

Çarşaf gibi Ege Denizi’nin sessizliğini sadece balıkçı takalarının sesleri bozuyor. Üstüne üstlük Türkiye’nin balık deposu Babakale’de her tür taze balığı son derece ekonomik fiyatlarla yiyebilirsiniz. Adını sahip olduğu kaleden alan, Asya’nın ucundaki fener Babakale, doğada keşfedilmemiş gizli cennetler arayanların yeni gözdesi. Ege ile Marmara’nın ayrıldığı bu sınırda güneşin denize batışı ise doyulmaz güzellikte. Bir zamanlar Osmanlı donanmalarının geçtiği, korsanların uğrak yeri olan bu uç noktanın tepeleri kekik kokulu. Tavşan, domuz, keklik, bıldırcınlara mevsimine göre her yerde rastlayabilirsiniz. Sahil şeridinde bulunan Ak Liman Koyu ise denize girmek için en güzel yer.Yüz metresi sığ olan sahilin güzel ince kumlu plajı var. Padişah III. Ahmet döneminde korsanlardan korunmak üzere Vezir Kaptan Mustafa Paşa tarafından 1155 yılında yaptırılan kale, önceleri Hirz-ül Bahir (Tıslımlı kale) olarak anılmış, daha sonraları ise içerisinde bulunan Piri Reis’in tayfalarından Latif Baba’nın türbesine  izafeten “Baba Kale” ismini almış. Türkiye’nin balık cenneti olarak da tanınan Babakale, dalış turizmi için son derece elverişli ortamlar sunuyor. Köy, balıkçılık yanında ayakkabıcılık ve bıçakçılıkla geçiniyor. Bıçakçılığın geçmişi çok eskilere dayanıyor. Keçiboynuzundan sap, kavak ağacından kın yapıyorlar. Bıçaklar kullanışlı ve çok keskin.

Çanakkale’ye 115 km. uzaklıkta.

KAZDAĞLARI



Kazdağları; doğal güzellikleri, tarihi değeri, manzara seyri, fauna ve flora zenginliği ve bol su kaynakları ile Ege Bölgesi’nin yeryüzü cennetlerinden biri. 

Mitolojide ismi İda olarak geçen bu dağ, batı yönünde 1767 metreye kadar yükseliyor. Koca Çayı, Manastır Çayı, Fındıklı Çayı ve Akçadere vadileriyle derin bir biçimde parçalanmış durumda olan Kazdağları, kültürel açıdan da oldukça zengin ve eteklerinde çok sayıda köy barındırıyor. Ender bir ağaç türü olan Kazdağı Göknarı dünya üzerinde sadece burada yetişiyor ve Truva atı da bu ağaçtan yapılmış. Bunun yanında meşe, kestane, kızılçam, gürgen, dişbudak, palamut meşesi ve zeytin ağaçları da mevcut. Kazdağları’nın her yerinden kaynaklar çıkıyor.

İda Dağı (Kazdağı), dünyada mitoloji ve efsaneler dağı olarak biliniyor. Kazdağları’ndaki üç efsaneden biri Grek efsanesi (İlyada) diğerleri Sarıkız ve Hasan ile Emine’nin aşk öyküleri olan iki Türk efsanesi. Tarihteki ilk güzellik yarışması burada yapılmış, Tanrılar tanrısı Zeus da burada doğmuş.

Efsanelerinin yanı sıra, temiz havası ve koruma altına alınan çiçekleri ile ünlü Kaz Dağı çevresindeki trekking parkurları ve Jeep Safari veya Off-road için uygun güzergahları ile günden güne popülerleşiyor.

Kazdağı Milli Parkı; Çanakkale’ye 123 km., Balıkesir’e 92 km. uzaklıkta.
ŞAHİNDERESİ KANYONU/CANYON


Altınoluk’u oksijen çadırına dönüştüren faktörlerin başında Şahinderesi Kanyonu geliyor. Bölgenin hava değişimini sağlayan kanyon, dağdan çektiği çam kokulu havayı ovaya dağıtırken, denizden aldığı iyot kokulu havayı da dağa yolluyor ve böylelikle bir çeşit baca görevi görüyor.




Karşılıklı hava sirkülasyonunu sağlayan 27 kilometre uzunluğundaki kanyonun yüksekliği ise 600 metre. Çevresi şifalı bitki ve otlarla bezeli olan Şahinderesi Kanyonu’na Orman İşletme Müdürlüğü’nden izin alınarak girilebiliyor. Rehbersiz gezmenin oldukça zor olduğu kanyonda, 25 kilometrelik bozuk toprak yol sadece jeep türü araçlara geçit veriyor. Yol üzerindeki gölcüklerin suları soğuk ve kireçsiz olduğu için sudan çıkınca kuruyabilmek kolaylaşıyor. Dereçatı Mevkii, yol üstünde bulan gölcük noktalarından biri. Dolayısıyla, mayo ve havlunuzla yola çıkmanızda fayda var. Su ve kuş sesinden başka sese geçit vermeyen bölgede pınar suyu hayli bol. Çiçek ve kekik kokularını da beraberinde getiren“Dereçatı suyu”  yosunlu kayaların kalbinden akıyor. Biraz ilerideki pınar ise nanelerin arasından aktığı için “Naneli pınar” adıyla anılıyor. Gücük Burun, Ağlayan Çam, Kestane Deresi, Yörük Pınarı, Selvili Mezarlık, Ayı Kapıları ve Damla bu görkemli kanyonun ilginç isimlerle taçlandırılmış çeşitli etapları.

ALTINOLUK


İsmini çevresindeki Şahinderesi Kanyonu ile altın sarısı renkteki zeytinyağından alan Altınoluk, eski bir Rum köyü.

Hem deniz hem de dağ turizminin bir arada bulunduğu bölge, bol oksijenli temiz havası -dünyada oksijen oranının en yüksek olduğu ikinci bölge- ve zeytinyağı ile ünlü. Altınoluk, solunum problemi yaşayanların da akın ettiği bir tatil beldesi. Zeytin, iğde, badem, ıhlamur, hanımeli, zambak ve kır çiçeklerinin baş döndürücü bir koku yaydıkları çiçek açma mevsimlerinde Altınoluk ve çevresi cennete dönüşüyor.



İstanbul/Yenikapı’dan feribotla Bandırma üzerinden Altınoluk’a ulaşabilirsiniz.

AYVALIK


Geniş zeytinlik alanlarıyla yemyeşil bir görünüm sergileyen eşsiz tatil beldesi, yirmi iki adasıyla da “Ege’nin ada cenneti” olduğunu ispatlıyor.

Yumurta Ada, Tavuk Adası, Karaada, Çıplak Ada, Lale Adası, Cunda Adası, Patrice, Tımarhane Adası, Ayvalık’ın en bilinen adaları…

Kentin güzelliğini pekiştiren Adalar, eşsiz kumsalıyla ün salan Sarımsaklı ve muhteşem bir Ayvalık panoraması sunan Şeytan Sofrası, Ayvalık’ın doğal zenginliklerinden birkaç örnek. Cunda dışında, Ayvalık koyunda yer alan adaların hiçbirinde yerleşim yok. Hatta bazı adaların gelgitler sırasında yer yer su altında kaldığı da söylenmekte. Ayvalık’tan kalkan motorlarla adalara düzenlenen turlara katılmak mümkün. Adalar çevresi sualtı fotoğrafçılığı için oldukça elverişli. Net görüş mesafesinin 20-25 metreye ulaştığı söyleniyor.

Ayvalık; İstanbul’a 489 km. uzaklıkta.

ŞEYTAN SOFRASI


Şeytan Sofrası, adını, yuvarlak bir sofrayı andıran ve eski bir lav birikintisi olan tepeden alır.

Söylenceye göre, kayalıkların üstündeki tepede, şeytanlar bu “sofra” etrafında otururlarmış.

Ayvalık’ı, körfezin eşsiz koylarını, alabildiğine uzanan zeytinlikleri seyredebilmek için Şeytan Sofrası’na çıkmak şart. Sarmısaklı yolunda, Şeytan Sofrası tabelasının olduğu yerden sağa dönüldüğünde Çamlık Orman Kampı’na, devam edip yokuş yukarı kıvrılan yol izlendiğinde ise Şeytan Sofrası’na ulaşılıyor. Tepenin manzarası, özellikle gün batımında görülmeye değer. Demir kafes içinde korunan ve şeytana ait olduğu söylenen ayak izi ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.



Çamlık Orman Kampı’nın üst kısmında yer alıyor.


CUNDA ADASI Alİbey Adası


Neo-klasik yapıların çevrelediği Cunda Adası, doğayla iç içe, sessiz sakin ve huzurlu bir tatil arayışında olanlar için vazgeçilmez bir tatil beldesi.

1964 yılında bir karayolu bağlantısıyla Ayvalık’a dahil edilen Cunda, bir ada olmaktan çıkıp yarımadaya dönüşmüş. Adaya dolmuş motorlarla gitmek de mümkün. Çok sayıda kilise ve manastırın bulunduğu adanın etrafı çam ve zeytin ağaçlarıyla çevrili. Cunda, Taksiryadis Kilisesi, Ayışığı Manastırı, Rum evleri, Patrice Köyü, Melek Tepesi, Ortunç Koyu, mendirek çevresi ve tekne yapım atölyeleri ile rengarenk bir ada. En hareketli bölgesi ise restoranların omuz omuza verdiği sahil boyu. Ada merkezinde sıralanmış balıkçı lokantalarında, balık ve deniz mahsullerinin yanı sıra yöreye özgü meze ve zeytinyağlıların tadına bakabilirsiniz.

Cunda’nın Ayvalık’a uzaklığı karayoluyla 8 km.

FOÇA


Adını aldığı foklar gibi sevimli ve sıcacık bir tatil beldesi Foça.

Gittikçe büyük şehirleri andıran turizm merkezlerinden sıkılanlar için huzur dolu bir seçenek. Ege’nin köpüklü berrak sularıyla çevrili kıyılarıyla, hoş kokulu çam ağaçlarıyla kaplı yamaçlarıyla, Kapodakya’nın peri bacalarına benzeyen büyüleyici küçük adalarıyla antik ve modern dünyanın ilgisini her zaman çekmiş. İyonların Ege sahillerinde kurdukları 12 İyon kentinin en önemlilerinden biri olan Foça, tarihi ve arkeolojik öneminin yanı sıra, Homeros’un destanında da adı geçen mitolojik bir yerleşim.

Foça; İzmir’e 70 km. uzaklıkta. 

FOÇA ADALARI



Foça Adaları altı ıssız adadan oluşuyor: Orak Adası, İncir Adası, Kartdere Adası, Fener Adası, Hayırsız Ada ve Metalik Ada. Orak ile Hayırsız ve Kartdere Adalarında 80 metre yüksekliğine ulaşan dik yarlar görülmeye değer. Özellikle İncir Adası, turistler ve bölge halkı tarafından piknik alanı ve plaj olarak kullanılıyor. Adalar ve çevresindeki koylar, Türkiye’deki son Akdeniz foku kolonilerinden birini barındırıyor.

SİREN KAYALIKLARI



Denizin ortasında bir buzdağı gibi yükselmiş kar beyazından toz pembeye kadar türlü renklerde kayalar, kıyılarda denizle kucaklaşmış mağaralar, denizin ortasında atılıvermiş hissi uyandıran küçücük, alçak kayalıklar ve aralarındaki kanallarla bir doğa harikası olan Siren Kayalıkları’nın en büyüğü Orak Adası kayalıkları. Homeros destanında yer alan ve yolunu şaşıran gemilerin çarptıkları kayalıklar olarak söz edilen Siren Kayalıkları soyu tükenmek üzere olan Akdeniz Foklarının barınma yeri olması nedeniyle koruma bölgesi ilan edilmiş.

İZMİR KUŞ CENNETİ



Kentin yanıbaşında koruma altına alınmış 8 bin hektarlık dev bir yaban hayat parkı.

Adalar, sazlıklar, deltalar ve gözalabildiğine uzanan düzlüklerde 190’ı aşkın türde milyonlarca kuş barındırdığı için dünya çapında bir “kuş cenneti” sayılıyor. Bölgeye her yıl ortalama 50.000 kuş uğruyor. 63’ü yerli 54’ü yaz göçmeni, 43’ü kış göçmeni ve 30’u transit geçen türlerin burada konakladıkları biliniyor. Kırmızı Kanatlı Flamingolar, Karatavuklar, Tepeli Pelikanlar, Angıtlar, Su Tavukları, Saksağanlar, Kırlangıçlar, Sakarmekeler, Tombul Yağmur Kuşları, Kum Kuşları, Beyaz Balıkçıllar, Kara Leylekler, Gri Balıkçıllar, Bahriler, Sığırcıklar, Yalı Çapkınları bu kuş türlerinin bazıları. Doğal ve arkeolojik sit alanı olan Kuş Cenneti’nde, ziyaretçi merkezi binası, kuş seyir kuleleri, sabit dürbün ve gezi bisikletleri bulunuyor.

Çiğli ilçesinden 10, Karşıyaka’dan ise 26 kilometrelik asfalt yolla ulaşılıyor.

URLA


Urla, Menteş Koyu, Malgaca ve Balıklıova Körfezleri gibi birbirinden güzel koylara sahip.

Sınırları içinde Karantina, Pita, Koyun, Güvercin,  Eşek, Hekim, Kösten (Uzunada), Yılanlı, Pırnarlı, Kel Adacık ve Taş olmak üzere 12 tane ada bulunuyor.

İlçenin isminin Latince ve Rumca bataklık-sazlık anlamına gelen “vurla” kelimesinden geldiği ve Mehmet Çelebi’nin komutanlarından İbrahim Bey’in sefere çıkarken kendisine “uğurola”, “uğurlu geldi” demesinden türediği şeklinde rivayetler var. Urla, aynı adlı yarımadanın hem kuzey hem de güneyinde kıyılara sahip. Kuzey kıyılar çok daha tanınmış, daha kalabalık ve turizmle iç içe. Menteş, Malgaça, Gülbahçe ve Balıklıova koyları denize girilebilecek başlıca yerler. Urla’nın kuzey kıyılarında 12 ada (en büyüğü Uzunada), İzmir Körfezi ile birlikte Güvendik sırtlarından en güzel deniz manzaralarını ayaklar altına seriyor. Urla güney kıyıları ise oldukça tenha, Demircili ve Yağcılar köyleri sessizliği sevenleri beklemekte. Çeşmealtı üstündeki Güvendik Tepesi’nden açık havada 12 adayı ve İzmir körfezini kesintisiz görmek mümkün. Çam ormanlarıyla kaplı Güvendik Tepesi, güneşin doğuşu ve mehtaplı gecelerde sunduğu inanılmaz görüntüleriyle ünlü.

Urla’ya İzmir’den kalkan otobüs ve minibüslerle ulaşılıyor.

ÇEŞME


Kendi adını taşıyan yarımadanın en ucunda kurulmuş olan Çeşme, şifalı sıcak suların, olağanüstü sayılabilecek kalitede kumun, güneşin ve berraklığın kucaklaştığı şirin bir tatil beldesi.

Gemiciler tarafından küçük liman diye adlandırılmış. Zamanla çoğalan ve buz gibi suların aktığı çeşmelerinden dolayı da yöreye Çeşme denilmiş. Çeşme’nin en ilgi çeken yerlerinden biri olan Aya Yorgi Koyu, muhteşem bir manzaraya sahip. Gündüzleri koyun hemen karşısındaki Yunan Adalarını rahatlıkla görebilirsiniz. Geceleri de muhteşem bir manzarası olan Aya Yorgi, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisiyle karşı karşıya. Ilıca, Çeşme’ye 6 km. mesafede kaplıcalarıyla ünlü bir belde. Beyaz ve yumuşak kumlu plajıyla özellikle yerli yazlıkçıların gözde mekanı. Ilıcaların yanında bir de çamur kaynağı var. Çamur banyosunun selülit, sedef hastalığı, cilt hastalıkları, romatizma, spondilit ve siyatik hastalıklarına  iyi geldiği söyleniyor. İlçe merkezine 10 km. uzaklıkta bulunan Şifne, su sıcaklığı 42-52 °C arasında değişen termal kaplıcası ve çamur banyosu ile ünlü.

Çeşme’nin güneydoğusunda, ilçe merkezine 5 km. uzaklıkta bulunan Ovacık, Çatalmazlak’taki doğal plajları ve travertenleriyle ünlü. Rüzgâr ve yağmur sularının oluşturduğu travertenlerin özelliği içinden su akmıyor olması. Sualtı mağaraları ve renkli taşlarla süslü plaj ilginizi çekecek. Plaj, yürüyüş meraklıları için de ideal bir mekan. Çakıl taşları ve deniz kabukları için yanınıza bir çanta almayı unutmayın.

Çeşme; İzmir’in 94 km. batısında yer alıyor.

ALAÇATI


Alaçatı doğal limanı ve devamlı esen rüzgârına rağmen dalgasız denizi ile dünyada sörf yapmaya en elverişli merkezlerden biri.

Mayıstan ekime kadar süren rüzgar sezonunda dünyanın dört bir tarafından gelen sörfçüleri ağırlayan Alaçatı Koyu’nun 1.5 metreyi geçmeyen derinliği, aynı zamanda yeni başlayan sörfçüler için de iyi bir eğitim sahası. Bu özelliğinden dolayı koy, hem ustalar, hem de acemiler tarafından tercih ediliyor. Ayrıca pırıl pırıl kumlarıyla meşhur Çark ve Piyade Plajları da görülmeye değer yerler arasında.

Plajdan uzaklaşıp Alaçatı’nın bakir koylarına girdiğinizde kaya yapısının farklılığı dikkatinizi çekecek. Rüzgârın savurduğu kum taneciklerinin aşındırdığı yumuşak kayalar Kapadokya benzeri şekiller oluşturmuş. Ponza taşıyla yapılan; yazın sıcağı, kışın soğuğu geçirmeyen tarihi Alaçatı evleri mimarisiyle dikkat çekiyor. Köy çarşısı da son derece renkli. Buradan her türlü ihtiyacınızı makul fiyatlar karşılığında  karşılayabilirsiniz.

Alaçatı, Çeşme’ye 7 km. uzaklıkta yer alıyor.


SIĞACIK


Sığacık ismi, kentin sığınak olarak kullanıldığı dönemlerden kalma. Antik Teos kentine ev sahipliği yapan Sığacık, sevimli bir tatil kasabası.

Pırıl pırıl bir denize sahip olan beldede denize girebileceğiniz birçok yer bulunuyor. Akkum Plajı  giriş ücreti ve mütevazı tesisleri ile günboyu faydalanabileceğiniz geniş bir koyda yer alıyor. Ege’nin berrak denizinde sualtı doğa güzelliğini seyretmek ve dalış yapıp zıpkınla balık avlamak isteyen meraklılar için bölgedeki diğer koylara bot gezileri düzenleniyor. Çevredeki koylardan biri de Ekmeksiz koyu. Poyraz tutmayan koy, dipten denize karışan tatlı kaynak suları sebebiyle diğer denizlere oranla daha soğuk. Koyun yamaçları ise piknik masaları ve yerleri ile dolu.

Koy çok sayıda balık restoranına ev sahipliği yapıyor.

PAMUCAK


Selçuk’a 9 km., antik Efes kentine 6 km. uzaklıktaki Pamucak kilometrelerce uzanan kumsalı ile bir doğa harikası. 11 km uzunluğunda mavi bayraklı tertemiz denize ve altın sarısı kumlara sahip. Pamucak sahili boyunca kamp yapmaya, her tür su sporlarına elverişli koylar bulunuyor.


KUŞADASI


Kuşadası’nın bugün Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri olmasında, zengin tarihi geçmişi ve doğal çevresi kadar iklimi de önemli rol oynuyor.

Kuşadası, hemen önünde başlayan kumsalları ile her şeyden önce bir doğa cenneti. Tusan, Akyar, Otuzbir, Kadınlar Denizi, Aslanburnu, Karaova, Güzelçamlı, Büyük ve Küçük Kalamaki, İlyas Ağa, Dipburun, Tavşanburnu plajları gibi temiz kumsallar kuzey ve güneye doğru kilometrelerce uzayıp, gidiyor. Kumsal şeritlerinin toplam uzunluğu 20 kilometrenin üzerinde. Kumsalların yanı sıra, derinlikten hoşlananlar için, dalmaya elverişli kayalık koylar da Kuşadası’nda yer alıyor.



Aydın il merkezine 71 km. uzaklıkta yer alıyor.


BÜYÜK MENDERES DELTASI DİLEK YARIMADASI



Dilek Yarımadası’nda 11.000 hektarlık bir alanı kapsayan Milli Park, Kuşadası’nın güneyinde yer alıyor.

Bu dağlık arazi, kanyonlar ve vadiler ile parçalanmış.

Park, bu ilginç jeolojik ve jeomorfolojik yapısı yanında, Akdeniz bölgesinde ender görülen bir bitki örtüsüne sahip. Park alanında, soyu yeryüzünde hemen hemen tükenmek üzere olan türlere de rastlanıyor. Bunun en tipik örneği Anadolu Parsı. Milli Parkta, çok sayıda sürüngen, memeli hayvan ve kuş türleri yer aldığı gibi, Akdeniz’e özgü hemen hemen bütün balık çeşitleri ile deniz kaplumbağaları yaşama ve çoğalma olanağı bulmuş. Akdeniz ülkelerinde korunmaya alınan Akdeniz foku da yörenin sakinlerinden.

Park, ayrıca trekkingciler için de orman içi patikalarda yürüme ve tırmanma olanakları sağlıyor. Doğal ortamın bozulmaması için park alanı içinde günübirlik tesisler dışında, gecelemeye elverişli tesis kurma izni yok.

DİDİM / ALTINKUM AKBÜK


Güllük Körfezi’ni çevreleyen iki yarımadadan biri üzerinde yer alan Didim, 53 kilometrelik sahil şeridinin üzerinde onlarca koya sahip.

Hemen hemen hepsinde kumsal bulunan bu koyların hiç kuşkusuz en önemlisi, oteller bölgesinin önünde uzanan ve Ege’nin dünyaca ünlü plajlarından biri olan Altınkum. Didim’e 15 km. uzaklıktaki Akbük sonradan gelişen bir tatil merkezi. Koy özellikle deniz sporları için uygun.

Oldukça sıcak bir iklim kuşağında yer almasına rağmen, Didim’in düşük nem oranı yazın bunaltıcı sıcaklardan şikayet edenler için iyi bir seçenek oluşturuyor.


Muğla sınırları içinde yer alan Didim, Kuşadası’ndan 70 km., Bodrum’dan ise 110 km. uzaklıkta bulunuyor.

GÜLLÜK KÖRFEZİ


Güllük körfezi, aynı ismi taşıyan limanı, Ege’de Bodrum yarımadasının kuzeyinde yer alıyor.

Güllük’ün hemen güneyinde, zeytin ağaçlarıyla çevrilmiş tepelerin altında Varvil’e, Güllük’ten iç kısımlara doğru gidildikçe de, Milas’a geliniyor. Güllük bir liman kasabası. Mandalya Körfezi ve Asin Koyu çevresine yerleşmiş kasabanın sahili balıkçıları, kahveleri ve lokantaları ile sevimli bir balıkçı köyü özelliğini koruyor. Kentin kuzeyine kurulu dalyanda lüfer, kefal ve en çok da yılan balığı avlanıyor. Sahil lokantalarından birine oturup kendinize balık ziyafeti çekebilirsiniz.

Milas-Bodrum yolu üzerinden sağa ayrılan 8 km’lik yolla Güllük Körfezi’ne ulaşabilirsiniz.

BAFA GÖLÜ


Bafa Gölü, Milas ilçesi sınırları içerisinde, Söke Ovası’nda yer alıyor.

Söke Ovası, 2000 yıl önce denizmiş ve bölgenin büyük bir körfez varmış. Büyük Menderes Irmağı’nın getirdiği alüvyonlar doldurunca, körfez ova oluvermiş. Bugünkü Bafa Gölü, denizden bir parça olarak arada kalmış. Gölün çevresi zeytinlik ve çam ormanlarıyla kaplı. 1994 yılında büyük bir bölümü doğal park olarak ayrılan göl, Didim ve Pamukkale’ye gelen turistlerin uğrak yeri.

Gölün üzerinde üç küçük ada var. Adalarda eski dönemlerden kalma manastır ve kiliseler bulunuyor. Tarihi kalıntıların yanı sıra, balıkçıl kuşları, pelikanlar, karabataklar ve ördekler de yörenin güzelliğine güzellik katıyor. Etrafı zeytin ağaçlarıyla çevrili gölün doğal zenginliklerini  kuşlar tamamlıyor. Sahilde yolcu bekleyen dolmuş teknelerle ada turu yapmak mümkün. Bu keyifli tur sırasında yüzme molası da veriliyor. Ama en keyifli anlar, güneş battıktan sonra gökyüzüne vuran kızıllığın gölün rengini değiştirdiği saatler.

Bafa Gölü’nde kefal, levrek ve yılan balığı tutuluyor. Göl kıyısında lokantalar var. Kıyıdaki lokantalarda da bütün yemekler zeytinyağı ile yapılıyor.

Bafa Gölü’nde konaklamayı düşünürseniz, göl manzaralı pansiyonların sayısı da oldukça fazla. Ayrıca kamp yapmaya da elverişli bir bölge burası.



Bafa Gölü’ne Milas-Söke karayolu üzerinde yer alan Çamiçi ilçesinden geçilerek 10 kilometrelik bir yolla ulaşılıyor.

BODRUM YARIMADASI



Bodrum, doğu ve batı limanlarının birleşmesinden meydana gelen yarımada üzerinde yükselen kalesi, iki limanın kıyılarına dizilmiş bembeyaz evleri, gümbetleri ve denize inen daracık sokakları, şöhreti dünyaya yayılmış yatları ve tersaneleri ile ünlü bir tatil yöresi.



Doğanın ve tarihin iç içe olduğu bu muhteşem yöre, tarihi zenginlikleriyle de göze çarpıyor. Dünyanın yedi harikasından biri olan Mouselum da Bodrum kaynaklı, su altında gömülü, yüzlerce yıl önceki batık gemilerinin mirası “amphora”lar da…

Bodrum yarımadasını keşfetmenin pek çok yolu var. Bunlardan en çok keyif vereni, civardaki koyları ve kıyı köylerini, Bodrum limanından veya yerel limanlardan kalkan günübirlik gezi tekneleriyle dolaşmak. Bir diğer olanak da, koylara sefer yapan dolmuşlar.


GÜVERCİNLİK
Bodrum’a 25 km. uzaklıkta yeşil ve mavinin içice geçtiği harika güzelliğe sahip bir koy Güvercinlik. Bu doğal ve doyumsuz güzelliği, karşısında bulunan Salih Adası ile zenginleşiyor.

TORBA
Torba, Bodrum’a 5 km. uzaklıkta sakin bir köy. Çam ve zeytin ağaçlarının yeşilliği ile pırıl pırıl bir denizin kaynaştığı şirin ve hareketli bir koyda yer alıyor. Özellikle otel ve devre mülk bakımından zengin olan koy, turistik açıdan oldukça popüler.


GÖLTÜRKBÜKÜ

Gölköy ve Türkbükü eskiden iki ayrı belde iken, yoğun gelişmesi ve büyümesi nedeniyle birleşmiş ve bu birleşmeden dolayı belde Göltürkbükü veya Göl-Bük adını almış. Bodrum’un en hızlı ve yoğun gelişen yerlerinden. Bodrum’un denize girmek için en uygun yeri, eğlence ve gece hayatı bakımından da oldukça popüler.

GÜNDOĞAN

Mandalina bahçeleri ile de ünlü olan Gündoğan, doğal güzelliğini en doğal biçimiyle koruyan az sayıdaki koylardan biri. Bodrum’a 18 km. uzaklıkta. Tertemiz denizi ile dikkat çeken köyün görülmeye değer bir manzarası var.

YALIÇİFTLİK

Gökova körfezinin girişinde yer alan Yalıçiftlik, yemyeşil bitki dokusu masmavi denizi ile Bodrum Yarımadası’nın en güzel koylarından birine sahip. Yalıçiftlik de ormanlarla kaplı tepelerde uzun doğa yürüyüşleri yapabileceğiniz gibi tekne turları ile gizli koyları da keşfedebilirsiniz.

YALIKAVAK

Bodrum’a 18. km uzaklıkta olan köy, yarımadanın kuzey batısında yer alıyor. Yel değirmenleri,  balığı ve narenciyesiyle ünlü. En ünlü sünger avcıları Yalıkavak’tan çıkmış. Yel değirmenlerinden de anlaşılacağı gibi bu koy oldukça sert rüzgarlara açık. Paşa Koyu, Tilkicik Koyu ve Ağaçbaşı Koyları ile Yalıkavak doğanın kendini cömertçe sergilediği en güzel yörelerden.

GÜMÜŞLÜK

Gümüşlük, antik çağdaki Myndos kentinin yerine kurulmuş adanın en sevimli beldesi. Bodrum’un kentleşmesine karşın bu durumdan en az etkilenmeyi başarabilen yerlerden biri Gümüşlük. Tamamen koruma altında. Yürüyerek geçilebilen Tavşan Adası, gün batımında keyfine doyulmayan manzarası ve mandalina bahçelerinin kattığı renk cümbüşü ile huzurlu ve sakin ortamları sevenler için ideal bir tatil yeri.

KADIKALESİ

Helenistik dönemden kalan bir kale kalıntısından adını alan Kadıkalesi, kumlu berrak denizi ve narenciye bahçeleri ile Bodrum’un en güzel koylarından biri. Bodruma’a 23 km. uzaklıkta yer alıyor.

TURGUTREİS

Bodrum’a 20 km. uzaklıktaki Turgutreis, Bodrum’dan sonra Yarımadanın en kalabalık yerleşim merkezi. Rüzgarı ile tanınan Turgutreis, batı rüzgarlarına açık olduğu için yazın en sıcak zamanlarında bile nispeten rüzgar alıyor. 2,5 km. uzunluğundaki Turgutreis kumsalından irili ufaklı birkaç adayı görebilirsiniz. Bu adalardan biri olan Yassıada 1961’den beri sualtı arkeolojik araştırmalarına ev sahipliği yapıyor.

AKYARLAR

Bodrum’a 13 km. uzaklıktaki Akyarlar, Kos adasına en yakın kıyı. Eskiden balıkçılık yapılan yöre, bugün en önemli turizm merkezlerinden biri. Tam karşısında yer alan Çatal Adası da eskiden korsanlık yapılan, fakat bugün hayvancılıkla uğraşılan sevimli bir yerleşim birimi.




ORTAKENT

Denizi sıcak ve kumlu olan Ortakent’in mandalina bahçeleri oldukça ünlü. Bitez’den sonra en uzun ikinci sahile sahip Ortakent’te deniz suyu sıcaklığı, Bodrum’un diğer bölgelerine göre daha düşük. Biraz ilerisinde yer alan Yahşi Koyu da temiz kumsalı ve canlı denizi ile tercih edilecek plajlardan.

Yahşi koyu’nda çeşitli su sporlarını da rahatlıkla yapabilirsiniz.

ADA BOĞAZI – AKVARYUM

Gümbet’in batı ucunun sonunda bulunan küçük küçük koylar, önlerini kesen bir adanın da yardımıyla, kristal parlaklığında ve olağanüstü doğal güzellikte öyle bir su alanı oluşturuyor ki, bu şairane yerin adına halk, doğal olarak Akvaryum diye adlandırıyor. 30 m. derinliğe  kadar çıplak gözle görülebilen Akvaryum’a ancak teknelerle ulaşılabiliyor.


GÖKOVA KÖRFEZİ

Bodrum’dan güneydoğuya doğru, Güllük’ten daha çok tanınan Gökova Körfezi yer alıyor. Gökova’nın sayısız koyları, yeşil ve mavinin eşsiz uyumunda birer doğa cenneti.

Muğla’nın hemen yanındaki Sakar Tepe’den körfeze 600 m. yüksekten bakılıyor. Bu manzara, yeşil ve mavinin dünyada nadir görülebilecek bir kompozisyonunu gözler önüne seriyor.

Gökova körfezi, Muğla’ya 25 km. uzaklıkta yer alıyor.

MAVİ YOLCULUK

Bodrum’dan güneydoğuya doğru uzanan Gökova Körfezi, Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat’ın keşfettiği bir deniz yolculuğu olarak, onların bu adı vermelerinden bu yana

“Mavi Yolculuk” adıyla anılıyor. Mavi Yolculuk, Türkiye’nin kendi kültürü içinden türettiği, Akdeniz ve Ege’nin masmavi sularıyla birleştiği bir tatil biçimi… 20-25 metrelik ahşap teknelerle yapılan mavi yolculuk, cennet kıyılarımızı gezmenin en keyifli yollarından biri, belki de en keyiflisi.




MAVİ YOLCULUK ROTALARI

Gökova Gezisi: Bodrum-Gökova-Bodrum

Hisarönü Körfezi: Marmaris-Knidos-Marmaris

Kuzey Likya Gezisi: Marmaris-Fethiye-Marmaris

Güney Likya Gezisi: Fethiye-Ölüdeniz-Fethiye

Pamfilya Gezisi: Kemer-Kekova-Kemer

MARMARİS

Marmaris, yılın 12 ayı yeşilin ve mavinin tüm tonlarını görebileceğiniz cennet bir belde.



Uzun kıyı şeridindeki büyüklü küçüklü koyları, mavi turun en önemli çıkış noktalarından biri olması, antik kentlere yakınlığı, doğal güzellikleri, modern yat limanları, her zevke uygun konaklama olanakları Marmaris’i turizm merkezlerimiz arasında önemli bir yere oturtuyor. Marmaris’te tam 52 dalış noktası var. Çeşitli antik kalıntıların yer aldığı Marmaris’in kobalt mavi derinlikleri, dalış tutkunlarını mutlu edecek çeşitlilikler içeriyor.

YALANCI BOĞAZ

Marmaris’e 8 km. uzaklıkta bulunan bu kara parçası, bir gemi kaptanının fırtınalı bir havada burayı körfeze giden boğaz zannedip gemisini karaya oturtmasından sonra “Yalancı Boğaz” adını almış. Ağaç yapımı Gulet tersanelerinin bulunduğu kara parçası görülmeye değer. Yapılaşma henüz yok, doğası bakir, daha sakin, daha esintili, havası büyülü, gün batımı doyumsuz ve Marmaris’i tam karşıdan seyrediyor.

İÇMELER

İçmeler, Bozburun (ya da eski adıyla Loryma) Yarımadası’nın ‘‘boynunda’’, Marmaris Koyu’nun doğuya bakan yüzünde bir koy. Sırtını çam ağaçlarına dayayan İçmeler, yörenin en kumlu sahiline sahip.

TURUNÇ

Marmaris’e 21 km. uzaklıktaki köy, iri kumlu plajı ile meşhur.

Köyde yapılacak kısa bir gezintiyle yöreye özgü el işleri ve keçi boynuzu, kekik, defne yaprağı, adaçayı  gibi ürünleri ilk elden alabilirsiniz.


Sedİr AdasI (Kleopatra AdasI)

Marmaris’e 15 km. uzaklıktaki Sedir Adası’na Çamlıköy’den  motor seferleri düzenleniyor. Oolotik adı verilen kendine has kumu ve turkuvazdan laciverte uzanan benzersiz denizi adayı gerçekten özel kılıyor. Kleopatra Adası diye de anılan Sedir Adası’nda, Roma çağından kalma eski Cedrae ören yeri bulunuyor. Adanın kuzeybatı yanındaki küçük koyda halk arasında Kleopatra’nın yüzdüğü rivayet edilen çok ilginç bir plaj var. Buradaki  kumu Antonius sevgilisi Kleopatra için Kuzey Afrika’dan gemilerle getirtmiş.

Günnücek

Marmaris’e 2 kilometre uzaklıktaki piknik yerinde, dünyada eşi çok az görülen Günlük (Liquidamber Orientalis) ormanı bulunuyor. Bu ağaçlardan elde edilen sığla yağı, ilaç ve parfümeri sanayisinde kullanılıyor. Doğal bir mesire yeri olan Günnücek’in denizi, sığlığıyla dikkat çekiyor. Yörenin doğal değerlerinden birini oluşturan Günnücek Parkı’na aracınızla şehir merkezinden 10-15 dakikada ulaşmanız mümkün.

Kumlubük

Turunç’tan 6 kilometrelik bir yolla ulaşılan köye, Marmaris’ten deniz yolu ile de gidebilirsiniz. Yeşil ile mavinin iç içe girdiği temiz denizi ve harika kumu ile bölgenin en gözde plajlarından birisi.

Selimiye

Türkiye’de en bakir kalmış bölgelerden biri olan nostaljik balıkçı köyü Selimiye, bir cennet bahçesini andırıyor. Ocak ayı sonuna doğru bembeyaz badem ağacı çiçekleri ile donanan köyün güleryüzlü, misafirperver halkının birçoğu oksijen bolluğu nedeniyle 100 yaşını geçmiş.

 


Bördübet

Yıllar önce bu koyda saklanan İngiliz askerlerinin “Kuş Yatağı” anlamına gelen “Bird the bed” dedikleri Bördübet, dağ güvercini, saka, bülbül, balıkçıl kuşlar, atmaca ve daha birçok kuş çeşidiyle bu adın hakkını veriyor. Marmaris’in Reşadiye yarımadasında yer alan Bördübet Koyu, Hisarönü Köyüne bağlı küçük bir tatil yöresi. Yarımadanın Gökova körfezine bakan yüzünde yer alan ve sık ormanlarla çevrili olan Bördübet, yöredeki bir çok koy gibi eşsiz bir doğaya sahip. En önemli özelliği ise 200 metre eninde ve 600 metre uzunluğunda bir kanal aracılığıyla sık çam ormanının içine giren denizi.  


Orhaniye

Her açıdan ve her yükseklikten bambaşka güzellikler sergileyen Orhaniye, günün ilk saatlerinde çarşaf gibi düz bir denize sahip. Baybassos antik kenti eteklerindeki Orhaniye Köyü, denize dil gibi uzanan kırmızı kumuyla ve koyun ortasında yer alan kaleli Şövalye adasıyla ünlü. 

Kızkumu

Orhaniye Koyu içinde kırmızı ve iri taneli kumlardan oluşan bir set, kıyıdan itibaren denizin açıklarına doğru dil gibi uzanıyor. Gel-git olaylarında bir görünüp bir kaybolan bu kum set sular yükselse de yöreye gelen turistlerin su içinde bile yürümelerine olanak tanıyor.




Söğüt Köyü

Bozburun’dan Hisarönü körfezine doğru dönüşe geçenlerin karşısına Söğüt köyü çıkıyor. Deniz ve çam kokulu rüzgârın yoğun olarak hissedildiği tepedeki manzara gerçekten iç açıcı. Burada Taşlıca, Bozukkale, Serçe limanı, Asardibi, Kızılkayalar gibi mevkiler ve Yunanistan’ın Sömbeki (Simmi) adasının silüeti de görüş açısında bulunuyor. Eski adı Saranda olan Söğüt ve çevresi, deniz ürünleri konusunda çok zengin.

 

DATÇA


Datça, eşsiz doğal güzellikleri, tertemiz denizi, bakir koyları ile göz kamaştırıyor. Datça’nın her yerinden denize, tarihe ve doğaya yürüyerek ulaşabilirsiniz.

Kumluk Plajı, Hastane Altı Plajı,Taşlık Plajı ve Şifalı Göl herhangi bir araca gereksinim duymadan gidebileceğiniz yerler. Datça merkeze 4 kilometre uzaklıktaki Kargı Koyu’nda denize girebilir, kumsalda mehtabı izleyebilirsiniz. Palamutbükü, Hayıtbükü, Aktur ve Ovabükü tertemiz denizi ve sakinliğiyle, yüzmeniz, dinlenmeniz için birebir. Datça’da mis kokulu çam ağaçları arasında yürüyüş yapabilir, köyleri, koyları keşfederken bol bol oksijen soluyarak nefesinizi açabilirsiniz. Arazinin vahşiliği ve anayollardan uzak kalması da güzelliğinin bugüne kadar nispeten korunmasına yardımcı olmuş. Bölgenin en dar yeri, Reşadiye Yarımadası’nın da başladığı nokta kabul edilen, Balıkaşıran Kıstağı. Yol bu noktayı geçip tekrar tepelere ulaştığında, her iki körfez tüm güzelliğiyle ayaklarınızın altında serilirken, doğanın el değmemiş vahşiliği karşısında büyüleneceksiniz.



PAMUKKALE

Yeryüzünün doğal güzelliklerinden payını düşeni fazlasıyla alan Pamukkale, doğal kaynaklar açısından da çok şanslı bir coğrafyada yer alıyor.

Travertenlerin dünyadaki sayılı örneklerinin bulunduğu Pamukkale, her mevsim farklı güzel. Muhteşem görünümlü kalsiyum oksitli ırmakların tortularıyla oluşan traverten dalgaları, turistler için  önemli bir çekim merkezi.



KIRMIZI TRAVERTENLER

Kırmızısu, Karahayıt kasabasının sınırları içinde. Pamukkale’nin yaklaşık 5 km. kuzeyindeki Kırmızısu travertenleri, 600ºC sıcaklıkta çıkan termal su çevresinde oluşmuş. Termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları oluşuyor.

KARAHAYIT KAPLICASI

Pamukkale termal sisteminin bir kolu sayılan kaplıca, Pamukkale’nin 5 km. kuzeyinde, Karahayıt kasabasında bulunuyor. Kalp, damar sertliği, yüksek tansiyon, romatizma, siyatik, lumbago, uyuz, sivilce, kaşıntı gibi hastalıklara iyi geldiği söyleniyor.

Akdeniz Bölgesi

Akdeniz Bölgesi

Akdeniz Bölgesi



Yivli Minare (Alaaddin Camii)  
   

Antalya


Türkiye’nin en önemli turizm merkezi Antalya, batıda dağlara doğru uzanan Konyaaltı ve doğudaki Lara plajlarıyla Akdeniz’in de gözalıcı şehirleri arasında. Palmiyelerle çevrili caddeleri, bakımlı parkları, restoranları, eğlence yerleri ve sempatik marinasıyla sıra dışı güzellikte bir tatil yöresi. Antalya sahip olduğu arkeolojik ve doğal güzellikler sayesinde “Türk rivierası” olarak anılıyor. Ayrıca Antalya tarihi boyunca yerleşim bölgesi olma özelliğini korumuş. Osmanlı hakimiyetinden önce şehir sırası ile Roma, Bizans ve Selçuk egemenliğinde kalmış.


Yivli Minare (Alaaddin Camii) 

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın 1230 yılında kiliseden camiye dönüştürdüğü Alaaddin Cami’nin minaresi olan Yivli Minare, Antalya şehir merkezinde yer alıyor.

İlk bakışta göze çarpan bir anıt gibi yükselen Yivli Minare, kentin simgesi olarak kabul ediliyor. Gövdesi tuğladan dilimli ve 8 adet yarım silindirik biçiminde yapılmış. Tabanın her yönünde firuze ve lacivert renkli Allah ve Muhammed yazıları yer alıyor.


Kale Camii (Sultan Süleyman Camii)

Alanya’da tersanenin batısında yer alıyor. Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubad tarafından yaptırılmış. 1530-1566 yıllarında Sultan Süleyman tarafından tekrar yaptırıldığı için Sultan Süleyman Cami adıyla da anılıyor.

Kesik Minare  (Korkut Cami-Kebir)


Selçuklu Devri eseri olan cami, M.S. 5 yüzyılda Bizanslılar tarafından Meryem Ana adına Panagelia Kilisesi olarak inşa edilmiş ve II. Bayezıt zamanında Şehzade Korkut tarafından camiye dönüştürülmüş. Bunun için Korkut Camii veya Cami-i Kebir adı ile de anılıyor. 1851 yılında bir yangında zarar gören cami, yıkıldığı için Kesik Minare adını almış.

St. Nicolas Kilisesi


Kale (Demre), Hıristiyan dünyasında Noel Baba diye bilinen St. Nicolas’un piskoposluk ettiği yer olarak tanınıyor. Kilise, ölümünden sonra St. Nicolaus’un anısına 6. yüzyılda inşa edilmiş.

Yüzyılımızın ikinci yarısında, İtalyan denizcilerince kırılarak Bari kentine kaçırılan St. Nicolas lahdinden kalan bir kaç parça Antalya Müzesinde sergileniyor. Her yıl 6 ve 8 Aralık tarihleri arasında Kale (Demre) ve Kaş’ta düzenlenmekte olan Uluslararası Noel Baba Festivali, son yıllarda Antalya’da yabancıların da katıldığı bir sempozyum şekline dönüşmüş.


GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Kaleiçi

Bugün Antalya’nın “tarihi çekirdek kenti” olan ve “Kaleiçi” adıyla tanınan semti, büyük bir kısmı yıkılmış ve yok olmuş iki surla çevrili. İç sur, yarım daire şeklinde yat limanını kuşatıyor. M.S. 4 yüzyıla kadar uzanan Helenistik devirden sonra Antalya’nın, 10. yüzyıl Bizans-Seçuklu dönemini yaşadığı biliniyor. Bugün Kaleiçi olarak anılan 42 hektarlık bölgedeki sokak ve evler orijinalleri gibi korunarak eğlence merkezine dönüştürülmüş.

Hadrianus Kapısı


Zamanımıza kadar yanlarındaki iki kule ile sağlam kalan tek kapı. Üçkapılar veya diğer adı ile Hadrianus Kapısı, Pamphylia’nın en güzel kapısı. M.S. 130 yılında imparator Hadrianus’un Antalya’ya gelişi onuruna yapılan kapı, sütunları hariç, tamamen beyaz mermerden yapılmış. Oyma ve kabartmalar görülmeye değer.

Antalya Müzesi

Antalya Müzesi, Türkiye’nin en önemli müzelerinden. Avrupa Konseyi tarafından 1988 yılında “Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü” ile de onurlandırılan müzede Side, Perge, Karataş-Semahöyük ile Elmalı-Bayındır tümülüslerinin kalıntıları sergileniyor. Müze; doğa tarihi ve prehistorya, Frig çağı eserleri, tanrılar, küçük eserler ve sualtı buluntuları ile imparatorlar, lahitler, mozaik, sikkeler, ikonalar ve etnografya salonları ile tarih meraklılarına gerçek bir hazine sunuyor. Müzeyi, her gün 09.00-18.00 saatleri arasında gezebilirsiniz.    




Isparta


Akdeniz Bölgesinde yer alan Isparta, gölleri, gülü ve halılarıyla ünlü bir kent. Isparta’daki antik kentler, milli parklar, mağaralar görülmeye değer. Ayrıca Yalvaç ilçesinde geleneksel el sanat ürünleri olan deri eşya ve keçe, geleneksel işlevlerinin yanı sıra turistlik hediyelik eşya olarak da satılıyor.

St. Paul Kilisesi


Yalvaç Antiocheia Antik Kenti’nde bulunan St. Paul kilisesi adını, kenti ziyaret eden St. Paul’dan almış. St. Paul, Roma vatandaşı olma hakkını elde ettikten sonra Saul ve Hananya tarafından vaftiz edilerek Paul adını almış. St. Paul, St. Barnabas ile birlikte M.S. 46 yılında kente gelerek buradaki sinagogda ilk resmi vaazını vermiş. Bu gelişten sonra St. Paul’un kenti iki defa daha ziyaret etmesi nedeniyle, gerek kilise, gerekse Antiocheia, Hıristiyanlık dünyası için büyük önem taşıyor.


Mersin

Portakal ve limon bahçeleriyle çevrelenen  Mersin, ülkemizin Doğu Akdeniz sahilinde yer alan önemli bir liman. Akdeniz sahillerimizin en geniş serbest bölgesinin yer aldığı Mersin’den Kuzey Kıbrıs’taki Gazi Magosa’ya düzenli feribot seferleri yapılıyor. Balık pazarında yiyeceğiniz taze balığın, yerel yiyeceklerden cezire ve biberli ekmeğin tadını unutamayacaksınız.


Makam-ı Şerif Camii ve Danyal Peygamber Kabri

Makam-ı Şerif Camii 1857 yılında yapılmış. Caminin doğusunda Danyal Peygamber’in kabri yer alıyor. Bu nedenle camiye “Makam Camii” ismi verilmiş.

Hz. Danyal, II. Babil Kralı Nebukadnesar (M.Ö. 605-562) zamanında yaşamış, Musevileri Babil esaretinden kehanetleri ile kurtarmış bir peygamber. Rivayete göre; Nebukadnesar rüyasında İsmailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını öğrenir. Bunun üzerine İsrailoğullarından doğan erkek çocukların öldürülmesini emreder. Hz. Danyal doğunca, ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Danyal, delikanlı olunca kavimin arasına karışır. Bir kıtlık senesinde Tarsus’a davet edilen Danyal Peygamber’in Tarsus’a gelmesiyle birlikte bolluk meydana gelir. Bu nedenle Danyal Peygamber Babil’e geri gönderilmez, ölünce de Tarsus’ta şimdiki Makam Camii’nin bulunduğu yere gömülür.


Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar Mağarası)


Tarsus’un 12 km. kuzeyinde bulunan Eshab-ı Kehf Mağarası, Hıristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul ediliyor. Kayadan oyulmuş dört köşe mağaraya 15-20 basamakla giriliyor. 1873 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan camiye sonradan üç şerefeli bir de minare eklenmiş.

Eshab-ı Kehf diye adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen, Hıristiyanlarca 7, Müslümanlarca 8 evliya olarak kabul edilen yedi genç ve köpekleri Kıtmir’e ait söylencenin çeşitlemeleri var. Bazı değişikliklerle birlikte bunların hepsinde anlatılan ortak söylence ise şöyle: St. Paul’ün Hıristiyanlık kurallarını yaydığı tarihlerden uzun bir süre sonra, Arap kaynaklarında Takyanus olarak geçen (Diodetianus olduğu iddia ediliyor) Roma imparatoru Tarsus’a gelmiş ve çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için bu gençleri huzuruna çağırarak onlara Roma dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söylemiş. İnançlarından vazgeçmek istemeyen gençler, imparator tarafından verilen birkaç günlük zamandan yararlanarak Tarsus yakınlarındaki bu mağaraya sığınmış ve orada mucizevi bir şekilde 300 yıl süren bir uykuya dalmışlar. İçlerinden ilk uyanan Yemliha yiyecek almak için kente gittiğinde, elindeki paranın çok eski ve anlattıklarının akla uygun olmadığını gören halk, onunla beraber mağaraya gitmiş. Ancak mağarada yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görememişler. Bu nedenle bu mağara Yedi Uyurlar Mağarası olarak da anılır.

St. Paul Kilisesi


Çarşı başındaki kilisenin M.S. 1102 tarihinde St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söyleniyor. Kilise, kalın ve yüksek duvarları, dar, derin pencereleri, büyük ve kalın sütunları ile dikkat çekici. St. Paul Kilisesi M.S. 1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye dönüştürülmüş. Günümüzde Müslümanlarca ibadet amacıyla kullanılırken, Hıristiyanlarca ziyaret ediliyor.


Ulu Cami


Tarsus’ta bulunan cami, 1579 yılında Ramazanoğlularından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından St. Pierre Kilisesi kalıntılarının üstüne yaptırılmış. Caminin yanındaki tek şerefeli minarede Osmanlı ve Selçuklu üslubu hakim.


St. Paul Kuyusu / Well


Kudüs’e hacı olmak için bu yöreden geçen Hıristiyanlar, kutsal sayılan bu kuyu suyundan içerler.

Tarsus’da Kızılmurat Mahallesi’nde, Cumhuriyet Alanı’nın yaklaşık 300 m. kadar kuzeyinde eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St. Paul’un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St. Paul Kuyusu olarak biliniyor.


Alahan Manastırı


Mut-Karaman karayolu üzerinde, Mut’un 20 km. kuzeyinde adeta bir kartal yuvası. M.S 440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin ediliyor ve nefis bir manzaraya hakim. Batıdaki asıl kilise klasik bir bazilika ve hayli harap durumda. Sağlam durumda olan doğudaki ise, tarihteki ilk kubbeli kiliselerden. İkisinin ortasındaki yapı ise vaftizhane. Kilise binaları Ayasofya ile ortak mimari özellikler taşıyor.

Kiliselerin süslemelerinde usta taş oymacılığı kendini belli ediyor. Saint Paul, Saint Pierre figürlerinin yanı sıra, bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail ve Mikail’in simgesi, yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri İncil yazarlarının tasvirleri, üzüm salkımları asma yaprakları ve balık motifleri zengin bir şekilde tasvir edilmiş.

Aya Tekla Manastırı (Meryemlik)


Silifke’nin 1.5 km. kadar güneyinde bir tepe üzerinde kurulu, Hıristiyanlık dönemine ait kutsal bir sit alanı. Aya Tekla, Hıristiyanlığı yayan ilk kadın azize olarak biliniyor. Yaşamının son yıllarını buradaki mağaralarda geçirerek Hıristiyanlığı yayıp, mucize yarattığına inanılıyor. Tarsus’da yaşayan Saint Paul’un en iyi öğrencilerinden. Konya’da yaşarken yasak olan Hıristiyanlığı yaymak için Silifke’ye göç etmiş. Burada sığındığı mağarasında dini görevini yaparken ölmüş.


Cennet Obruğu


Cennet Obruğu, Narlıkuyu’nun 3 km. kuzeyinde 90 m. derinliğinde bir çukur. Üçüncü jeolojik zamanın Miosen çağında bir yeraltı deresinin kalker tabakası içerisinde yaptığı erozyon sonucunda, tavanın göçmesi nedeniyle meydana gelmiş. Denizden yüksekliği 135 m. olan bu çöküntü içine, Romalılar devrinden kalma antik bir merdivenle iniliyor. İçinin yemyeşil oluşu ve dibinde akarsuyun bulunuşu nedeniyle cennet deniliyor.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Kanytelis

Antik adı Kanytelis ya da Neopolis olan kent, büyük bir olasılıkla Helenistik dönemde Olba’ya bağlı olarak kurulmuş. Ama kentten bugüne kalan kalıntılar Roma ve Bizans dönemine ait. Ören yerinde derin bir çukur bulunuyor. Eskiden suçluların buraya atıldığı ve vahşi hayvanlara yem yapıldığı söyleniyor.

Kızkalesi


Kıyıdan açıkta küçük bir ada üzerindeki kale, Doğu Akdeniz’in simgesi sayılıyor. Antik Korykos şehrini barındıran tatil beldesi Kızkalesi, kumsallara, motellere ve kamp alanlarına sahip. Sahildeki Korykos Kalesi sahilden 200 m. açıktaki ufak bir adanın üzerindeki bir başka kale olan Kızkalesi ile karşı karşıya. Aslında Kızkalesi’nde bir değil iki kale bulunuyor. Her iki kale de 12. yüzyıl başlarında Rubeniyan sülalesinden gelen Ermeni kralları tarafından Korykos kentini korumak için yapılmış. İki kale aynı zamanda birbiri ile bağlantılı, bu bağlantının bir kısmı bugün su yüzeyinde bulunuyor. 


Mamure Kalesi


Silifke yolunda sahilde yükselen Mamure Kalesi, tüm sağlamlığı ile sahili gözetlemekte. Türkiye’nin güneyinde, en iyi durumdaki kalelerden biri olan Mamure Kalesi’nin tarihi M. Ö. 3. yüzyıla kadar uzanıyor. Kale Bizans döneminde büyütülmüş. Şimdiki kale ise Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından inşa ettirilmiş. Son olarak 1450’de Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından yenilenen kale Osmanlılara da hizmet etmiş.

Uzuncaburç

1220 m. yükseklikte yer alan Uzuncaburç’a, eski adı ile Diocaeserea antik yöresine ulaşan dağ yolu hoş manzaralarla dolu. Doğu Akdeniz’in en etkileyici ören yeri sayılan Uzuncaburç, eski bir Hitit yerleşimi. Şimdi Uzuncaburç köyüyle iç içe olan ören yerine sütunlu caddenin başladığı anıtsal kapıdan giriliyor. Son derece görkemli anıtsal kapı Roma döneminde yapılmış. 


Antakya


İncil’de adı Antioch olarak geçen Antakya, Asi Irmağı’nın (Orontes) üzerinde, çevresi yüksek dağlarla çevrili verimli bir ovada yer alıyor. Bir zamanlar Selevkosların başkenti olan şehir, zenginliği ve ihtişamı ile ün yapmış. Özellikle erken Hıristiyanlık dönemlerinde önem kazanan kent, Aziz Peter, Aziz Barnabas ve Aziz Paul tarafından ziyaret edilmiş. Antakya Müzesi ise dünyadaki en önemli Roma mozaikleri koleksiyonlarından birine sahip. Şehrin dışında, Aziz Peter’in Mağarası, bu havarinin ilk vaazını verdiği ve Hıristiyan topluluğunu oluşturduğu bir kaya kilisesi. Kilise, 1983 yılında Vatikan tarafından kutsal yer olarak ilan edilmiş.


Ulu Cami (Sultan Selim Camii)

Şehirde en eski yapı olarak bilinen Ulu Cami, XVI. yüzyılda yapılmış. İslamiyet’in ilk dönemlerinin mimarisini yansıtıyor. 1987 yılında yıkılarak, aynı tarzda yeniden inşa edildi.

Habib-ün Neccar Camii


Habib-ün Neccar Camii, şehirde yapılan ilk cami olarak biliniyor. Baybars zamanında eski bir Roma tapınağının yerine yapılan cami, IX. yüzyılda depremden zarar gördüğü için 17. yüzyılda Osmanlı döneminde yeniden yapılmış, fakat minare eski şeklini korumuş. Osmanlı mimarisini yansıtan yapının altında halkın ziyaret ettiği 3 adet mezar bulunuyor. Bu yer Kur’an’da Habib-ün Neccar ile ilgili olayın geçtiği yer olması bakımından kutsal sayılıyor.


St. Pierre Kilisesi


Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde, Habib-ün Neccar Dağı eteklerinde yer alıyor. Doğal bir mağara iken eklemelerle kiliseye dönüştürülen St. Pierre’nin, dünyanın ilk kilisesi olduğuna inanılmakta. Ayrıca, tarihte ilk defa bu kilisede Hz. İsa’nın dinini tanıyanlar “Hıristiyan” adını almış. Bu sebeple birçok turistin ilgisini çekiyor.

Kilise, Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Pierre’nin Hz. İsa’nın ölümünden sonra Hıristiyanlığı yaymaya çalıştığı yer olması sebebiyle de önemli bir dini merkez. 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından hac yeri olarak ilan edilmiş. Her sene 29 Haziran günü burada tören düzenleniyor. Kilisenin zemininde mozaik kalıntılar, duvarlarda ise freskler bulunuyor.

St. Simon Manastırı Monastery


Terki Dünya Tarikatı’nın merkezi olarak bilinen St. Simon Manastırı’nda; kilise, vaftizhane, sarnıç ve diğer mimari kalıntıları görebilirsiniz. M.S. 6. yüzyılda St. Simon adına yaptırılmış. Burada inzivaya çekilen St. Simon’un 20 m. yüksekliğindeki taş sütun üzerinde 45 gün yaşadığı rivayet olunur. Bu durum Guinness Rekorlar Kitabına bir rekor olarak da kaydedilmiş. Bu sütunun kaidesini bugün de görmek mümkün.

İskenderun



Eski adı Alexandretta olan İskenderun, Issos’ta Perslere karşı kazanılan zaferin ardından Büyük İskender tarafından kurulmuş. Bugün İskenderun limanı ile işlek bir ticaret merkezi konumunda. Parklarla ve palmiye ağaçlarıyla süslü sahilde; oteller ve restoranlar sıralanıyor. İskenderun’un iri karidesleri çok leziz. Midesine düşkün olanların künefe ve humusu da denemeleri öneririz.


Aziz Hanna Kilisesi


Markirkos Ortodoks Kilisesi

Hıristiyanlığın ilk yıllarında pek çok rahip ve keşiş Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Arsuz çevresine yerleşmişler. Bunlardan biri de Arsuz’a kilise yaptıran Aziz Hanna. Bu kilise halen kullanılmakta. 1514 yılında yeniden yapılan kilisede çok sayıda ikona ve bez üzerine yapılmış çok değerli 2 baskı resim bulunuyor.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Antakya Mozaik Müzesi


Antakya’da yaşanan zenginlik ve ihtişam dönemini simgeleyen en güzel eserler, eşi bulunmaz Antakya mozaikleri. Yörede 1932 yılında başlayan kazılarda bulunan mozaikler, Antakya Mozaik Müzesi’nde sergileniyor. Mozaikler Roma ve Bizans dönemine ait. Samandağı, Harbiye ve Antakya’da bulunan hamam, kilise ve evlerin tabanlarını süsleyen mozaiklerin çoğunda mitolojik konular işlenmiş. Antakya Müzesi’nde ayrıca heykeller de bulunuyor ki; bunların en önemlisi Apollon heykeli. 

Titus Tüneli


M.Ö. 300’lerde mimar imparator Vespasianus zamanında kenti tehdit eden sel sularını önlemek amacıyla 1000 kişilik esir ordusu tarafından 10 yıl boyunca delinerek açılmış. Titus zamanında tamamlanan yüksekliği 7 metre, genişliği 6 metre ve uzunluğu 1380 metrelik tünelin 130 metresinin üstü kapalı. Bu bölümü gözlerinizi karanlığa iyice alıştırdıktan sonra, kanal boyunca duvara dokunarak yürüyüp, ıslak ve kaygan zemin üzerinden diğer aydınlık girişe geçebilirsiniz. Titus tünelinin yolu üzerindeki kemerli köprünün yanında bulunan bahçe içine saparak dar patikadan ilerleyip, veba nedeniyle bir zamanlar 300-400 kişinin öldüğü ve toplu kaya mezarlarının yer aldığı Beşikli Kilise’yi de görebilirsiniz.

Kutsal Mekanlara Yolculuk

Kutsal Mekanlara Yolculuk

Kutsal Mekanlara Yolculuk

Türkiye coğrafyasındaki inanç izleri, bir gezi kitabı. İbadet amaçlı bir içerikten çok insanoğlunun yeryüzünün bu parçasındaki serüveninin izinde kültürel bir yolculuğu amaçlıyor… İnançların tanığı kutsal yapıların yüzyıllar öncesindeki kuruluş öykülerinden günümüze uzanan tarihi ve kültürel sürecin sıra dışı öyküleri ve bu topraktaki hoşgörünün yarattığı çok renkli, çok dinli Anadolu kültürü…

“Kutsal Mekanlara Yolculuk”, dinlerin buluşma noktası Türkiye topraklarındaki inanç izlerine ilişkin bir gezi notları kitabı… Çevre tanıtımlarından, tarihi zenginliklere, insanlık tarihindeki inanç serüveninin tanığı mekanların öyküsü…

Tarih boyunca gerek çok Tanrılı gerekse tek Tanrılı dinlere ev sahipliği yapan Türkiye, her inançtan insanın görmesi gereken eserlerle dolu. Anadolu toprağının binlerce yıllık kutsal buluşma noktalarını oluşturan camilerden sinagoglara, kiliselerden havralara kadar uzanan geniş bir yelpaze bu…

Gerek ilk çağ medeniyetlerinin Anadolu’da gelişmesi gerekse Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde havarilerin, ortaçağda ise Musevilerin bulundukları ülkelerde karşılaştıkları ağır baskı ve yok etme politikaları sonucu, bu topraklara sığınmış olmaları Türklerin kendi dini olan İslamiyet’e ait eserlerin yanı sıra çok sayıda sinagog ve kilisenin Anadolu’da yer almasına neden olmuş.

Tüm Türkiye coğrafyasını içine alan bu kitap, İstanbul, Bursa, Edirne, İznik, İzmir, Efes, Pamukkale, Manisa, Antalya-Demre, Mersin, Antakya, Isparta, Kayseri, Konya, Kapadokya, Aksaray, Sivas, Zonguldak, Trabzon, Artvin, Kars, Bitlis,Van, Erzurum, Şanlıurfa ve Mardin’de kutsal yollar ve ibadethaneleri içeriyor.

Kitap, kutsal mekanların öyküleri, çevre tanıtımları ve “görmeden dönmeyin” notları ile birlikte inanç izleri ağırlıklı bir kültür gezisi yapabilmenizi olanaklı kılarken, insanlığın yüzyıllar boyu süren inanç serüveninin trajik öyküsüne ilişkin ipuçları da içeriyor.

Türkiye’nin Doğusu

Türkiye’nin Doğusu

Karadeniz Bölgesi

Trabzon


Karadeniz’in en önemli kentlerinden olan Trabzon, tarihi eserleri, yeşilin binbir tonunun bulunduğu bitki örtüsü ve sıcak insanlarıyla görülmeye değer güzellikler sergiliyor. Tarihi ipekyolu üzerinde bulunması nedeniyle eski çağlarda da önemli bir geçiş merkezi olan kent, Miletli kolonistler tarafından M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuş. Tarihi Comnene İmparatorluğu’nun merkezi olan, Roma ve Bizans devirlerini yaşayan Trabzon, 1204 yılında Pontus devletinin başkenti olmuş. 1461 ‘de Fatih Sultan Mehmet tarafından alınan kentte Yavuz Sultan Selim Şehzadelik yapmış, Kanuni Sultan Süleyman ise bu kentte doğmuş. Bölge, Osmanlılar 1461’de yöreyi fethedene kadar Bizanslıların hükümranlığı altında kalmış.


Fatih Camii (Ortahisar Camii)


Ortahisar mahallesindeki yapının Roma İmparatoru Konstantin’in (M.S. 325-364) yeğeni Hanmibalianos tarafından, eski bir Roma tapınağı üzerine inşa ettirildiği sanılıyor. “Komnenlerin Katedrali” olarak bilinen kilise, 1461 tarihinde Osmanlıların Trabzon’u ele geçirmesinden sonra camiye çevrilmiş.

 
Büyük İmaret Camii 

Yavuz Sultan Selim’in annesi Ayşe-Gülbahar Hatun adına 1514 yılında Zagnos Köprüsünün yakınında bir külliye içerisinde yaptırılmış. Caminin Trabzon’daki Türk eserleri arasında özel bir yeri var. Erken devir Osmanlı Mimarisinde ayrı bir plan tipi oluşturan zaviyeli camiler grubuna giren yapıda, zaviyeli camilerde görülen ‘avlu’ kısmı yok. Duvar işçiliği dikkat çekiyor. Batı tarafındaki minare klasik Osmanlı minareleri tarzında yapılmış.

St Eugeneus Kilisesi / Yeni Cuma Camii


13. ve 14. yüzyıla tarihlendirilen kilise, Bizans döneminde Trabzon kentinin koruyucu azizi olduğuna inanılan St.Eugenios’a atfen yapılmış. Haç planlı olan yapının doğudaki apsislerinden ortadaki, dıştan beş köşeli ve üzerinde kartal ve güvercin tasvirleri bulunuyor. Fetihten sonra camiye dönüştürülerek, giriş mekanı ve minare ilave edilmiş.


Çarşı Camii

Kemeraltı Çarşı mahallesinde bulunan cami, Trabzon’un en büyük camisi. Taş işçiliği ile dikkat çeken yapı, Trabzon valilerinden Hazinedarzade Osman Paşa tarafından 1839 yılında yaptırılmış.

Ayasofya Kilisesi (Haghia Sophia Kilisesi)

Trabzon’a 2 km. uzaklıkta bulunan bir manastır kompleksi içinde yer alan kilisenin, Komnenos Devleti krallarından I. Manuel zamanında 1238-1263 yılları arasında yapıldığı kabul ediliyor.

Kilise bölgenin son Bizans devri yapılarının en önemlilerinden. 1670 yılında III. Murat zamanında Beylerbeyi Ali Bey tarafından camiye çevrilen kilise, 1958-1962 yılları arasında Edinburgh Üniversitesi ile Vakıflar Genel Müdürlüğü işbirliği sonucu restore edilerek 1964 yılında müze olarak ziyarete açılmış. Taş süsleme ve fresk bakımından çok zengin olan yapı çok iyi bir taş işçiliğine sahip. 


Peristera Manastırı (Kuştul Manastırı)




Trabzon-Maçka yolunun 22 km. sinde Şahinkaya yol ayrımından 14 km. gidildiğinde Peristera Manastırı’na ulaşılıyor. Yapı, Sümela Manastırı’nın küçüğü. 300 metrelik dik bir kaya kütlesinin üzerine kurulu olan manastırın içinde külliyesi de bulunuyor. 1906 yılındaki yangından sonra onarım gören yapı, Karadeniz’in önemli kartal yuvalarından biri. Manastır bugün terkedilmiş durumda.


Kızlar Manastırı  (Panagia Theoskepastos)

14. yüzyılda III.Alexios (1349-1390) döneminde, Boztepe’nin güney yamaçlarındaki bir kaya kilisesi etrafına kurulmuş, 19. yüzyılda genişletilmiş. Theoskepastos sözcüğü “Tanrı tarafından örtülmüş ve korunmuş” anlamına geliyor. Bu manastır da birçok Trabzon manastırında olduğu gibi bir kaya şapelinin etrafında inşa edilmiş. Günümüzde geniş kütlesi ile ayakta kalabilmiş ender yapılardan biri.

St. Anna / Küçük Ayvasıl Kilisesi


 
Trabzon’da ayakta olan en eski kilise yapısı. 7. yüzyılda inşa edilmiş, 9. yüzyılda onarım geçirmiş. Üç apsisli, bazilika planlı, küçük boyutlu bir kilise. İç duvarındaki fresklerin büyük bölümü tahrip olmuş. Güneydeki giriş kapısının üzerinde Roma dönemine, I. Basil zamanına ait 884-885 tarihli onarım kitabesi bulunuyor.

Kaymaklı Manastırı


Manastıra Boztepe arkasındaki Mısırlı mezarlığının solundaki patikadan ulaşılıyor. Manastır binası kesme taştan yapılmış ve 2450 m2 üzerine kurulu. Hz.İsa adına yapılan manastır, yapının çatısından düşen bir adamın sağlam kalması üzerine “Çarhapan” yani “fenalığı engelleyen” olarak da adlandırılmış. 1914-1918 yıllarında bir yangın geçiren manastır bu tarihten sonra terk edilmiş. Manastır,Trabzon’a 3 km. uzaklıktaki Kaymaklı Köyünde.


Sümela Manastırı


Sümela Manastırı, Maçka ilçesinin 17 km. güneyinde, Meryem Ana Deresi vadisinde, vadi tabanından 250 m. yükseklikte, duvar gibi dik bir yamacın ortasındaki bir mağara içerisinde inşa edilmiş. Zigzaglar çizilerek yapılan zorlu bir tırmanıştan sonra ulaşılan noktadaki muhteşem manzara, bütün zahmete değecek güzellikte. Manastırın kuruluşuna dair muhtelif rivayetler var. Bunlardan en yaygın olanı: Atina’lı Keşiş Barnabas ile yeğeni Sophrenios’un kilisenin ilk temelini attığı. Kora dağlarının en dik yamacına çıkan keşişler, tepesinden su damlayan bir mağara bulunca manastırı burada ilk önce iki oda olarak kurarlar (M.S. 385). İki keşişin kurdukları iki odalı manastır, keşişlerin ölümünden sonra (412 yılı dolayları) hem katolik, hem de ortodoks mezheplerinden olan Hıristiyanlarca kutsal bir tapınak olarak kabul edilmiş. Karadeniz bölgesinin en eski Hristiyan tapınağı olan Sümela Manastırı’nın önemi doğanın eşsiz güzellikteki bir yerinde çok ilginç bir yapı olmasından ve çeşitli devirlerde yapılan duvar ve tavan süslemelerinden kaynaklanıyor.

Vazelon Manastırı


Maçka’ya 14 km. mesafede çam ormanları arasında yer alan manastırın kesin kuruluş tarihi bilinmemekle beraber, M.S. 270-317 yılları arasında yapıldığı tahmin ediliyor. İmparator Jüstinianus tarafından 565 yılında onarılan manastır, günümüze kadar defalarca onarılmış. Sümela Manastırı’nın yörenin en zengin manastırı olan Vazelon Manastırı’nın gelirleri ile yaptırıldığı sanılıyor. Yahya Peygembere adanan manastır, 1923 yılında terkedilmiş.


GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Trabzon Kaleleri (Surlar)

MÖ. 5. yy. dan beri varlığı bilinen surlar, çeşitli dönemlerde onarımdan geçmiş. Onarım ve yenileme çalışmaları günümüzde de devam ediyor. Surlar; iç kale, ortahisar ve aşağı hisar olmak üzere üç bölüme ayrılıyor.

Bedestan (Ceneviz Hanı)



Bir ticaret yapısı olan Bedestan’ın her cephede birer kapısı bulunuyor. Yapının 11. yüzyılda Cenevizliler tarafından yapıldığı kabul ediliyor. Bedestan bugünlerde kamulaştırılarak aslına uygun olarak restore ediliyor.

Artvin


Artvin, yöreye has eski Türk evleriyle şirin bir şehir. Her Haziran’da, turist grupları ile parlak giysili yerliler, Kafkasör festivalinde bir araya geliyor. Boğa güreşleri kutlamaların en ilgi çekici etkinliği. Son yıllarda rafting meraklılarının akın ettiği Çoruh Nehri kentin bir başka doğal zenginliği. Artvin, Orta Çağlarda Gürcistan hakimiyeti sebebiyle, Gürcü kültüründen ipuçları görmek isteyenler için çok uygun bir yer. Manzaralı yollar, bu dönemden kalan kilise ve ev kalıntılarına uzanmakta. Bunlardan en iyi korunanları heybetli Kaçkar Dağları’ndaki Barhal ve İşhan. Meşhur kalesi ile bölgenin en uzun kanyonunun üstünde yer alan eski Gürcü başkenti Ardanuç, Artvin’in doğusunda yer alıyor.

İşhan Kilisesi


Yusufeli ilçesinin 11 km. doğusunda Dağyolu (İşhan) köyündeki kilise, 1008 yılında yapılmış, 1549 yılında Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş. Pencere kenarlarındaki süslemeler arasında yer alan ejderha ile aslanın boğuşmasını tasvir eden kabartma dikkat çekici. Kilise orijinal halini koruyor.

Hamamlı Kilise (Merkez)

Artvin il merkezine bağlı Hamamlı köyündeki kilise, Bağdatlı I. Sembat tarafından yaptırılmış. Günümüze kadar korunabilen “güneş saati” ile etkileyici bir mimariye sahip.

 
Dört Kilise


Çevresindeki yapı kalıntıları ile bir manastır kompleksine ait olduğu anlaşılıyor. Katedral boyutlarında sade bir yapı. Batı Gürcistan hükümdarı David Magostar tarafından yapılmış. Yusufeli –İspir yolu 7. kilometrede Tekkale köyü içinden işaretli yol ayrımından ulaşılıyor.


Cevizli Kilise


Şavşat’a bağlı Cevizli köyündeki kilise, Bagratlı beylerinden Aşut Kukh tarafından 899’da  yaptırılmış. Aşut Kukh’un mezarı kilisenin yanında bulunuyor. Bir Gürcü yapısı olan Cevizli Kilisesi’nin dış yüzü sütun ve kabartmalarla süslü.

Köprülü Kilise

Şavşat ilçesinin 7 km. kuzeybatısında Köprülü köyündeki Köprülü Kilise’nin bölgedeki kiliselerin merkezi olduğu tahmin ediliyor. Kıpçaklı beylerinden Zortana tarafından yaptırılan kiliseden günümüze sadece kalıntıları kalmış.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Borçka-Karagöl

Gölü çevreleyen ormanlarda; vaşak, boz ayı, çengel boynuzlu dağ keçisi, dağ tavuğu, yırtıcı kuşları izleyebilirsiniz. Gölde alabalık avlamak da mümkün.

Artvin (Livana) Kalesi

Ortaçağ’da yörede yaşayan Bagratlılar tarafından 10.yy.’da kurulmuş olduğu sanılıyor. Kale, stratejik  konumu itibariyle Osmanlılar zamanında da önemini korumuş.

Kafkasör Kültür ve Sanat Festivali

Her yıl Haziran ayının 4. Haftası boyunca geleneksel olarak düzenlenen festivalin en ilgi çekici yanı Boğa Güreşleri. Dünyada benzeri görülmeyen bu güreş türü yöre kültürünün en önemli renklerinden.


Kaçkar Dağı



Kaçkar, 3972 m. ile Karadeniz’in en yüksek zirvesi ve Türkiye’deki dağcılık sporunun odak noktalarından biri. Doğu Karadeniz bölgesinin en yüksek dağ silsilesinden olan Kaçkar dağlarında, dağ tırmanışları için Türkiye’nin en uygun trekking parkurları bulunuyor. Yöreye gelen dağcılar genellikle Yusufeli Yaylalar köyünden, Rize-Çamlıhemşin  Ayder yaylasına yürüyerek Trans-Kaçkar yürüyüşlerini tamamlıyor. Ayrıca yörenin diğer dağı olan Altıparmak dağlarında da uygun trekking parkurları mevcut. Topraklarının çoğunluğu dağlık ve engebeli arazi üzerine kurulmuş olan ilçede av turizmi için uygun alanlar yer alıyor. Özellikle dağ keçisi, ayı, kurt, tilki ve doğal alabalık ilçedeki önemli avlaklar arasında…

Kapadokya

Kapadokya

Kapadokya

Helenlerin dilinde aldığı biçimiyle Cappadocia, ya da orijinal adıyla Katpatuka, yerleşik kanıya göre eski İran dilinde ‘Güzel Atlar Ülkesi’ anlamına geliyor. ‘Türkiye’deki Tarihsel Adlar’ ismiyle bir kitap yazmış olan Bilge Umar ise, bu ismi yörenin baş tanrısı Khepat’dan geldiği ve Khepat-ukh yani Khepat Diyarı anlamına geldiği kanısında.

Üzerinde taşıdığı kültürel ve tarihsel zenginlik nedeniyle UNESCO tarafından korunması gereken bölgeler arasına alınan ve dünyanın 8. harikası olarak kabul edilen Kapadokya, bugünkü Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir şehirlerinin kapladığı alanda bulunuyor. Yöreye o ünlü doğal manzarasını sağlayan kayalık alan ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibaret. Bundan yaklaşık 1800 yıl önce tam 17 ciltlik ‘Geographika’yı yazan Romalı Strabon ise Kapadokya Bölgesi’nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzatır.

Dünyanın en ilginç yeryüzü oluşumlarının yer aldığı Kapadokya bölgesinde, 10 değişik uygarlığa ait 429 tescilli yapı ve 64 sit alanı bulunuyor. Bu yapılar; Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet döneminden kalma ve 2’si askeri, 70’i dinsel ve kültürel, 357’si ise sivil mimari örneği. Bölgede ayrıca, Tunç Çağı’ndan başlamak üzere Asur ticaret kolonileri, Hitit, Frig ve Grek dönemlerine ait 48 adet arkeolojik, 3 adet kentsel, 4 adet tarihi ve 9 adet de doğal sit alanı bulunuyor.


Kurşunlu Camii (Damat İbrahim Paşa Külliyesi)


Damat İbrahim Paşa Külliyesi içinde yer alan Kurşunlu Camii 1726’da tamamlanmış. 3 kapılı bir avlu içinde caminin 44 m. yüksekliğinde zarif bir minaresi var. Ana mekanı örten kubbesi kurşunla kaplandığı için bu adla anılıyor. Caminin iç kısmı çiçek motifleriyle bezenmiş. Caminin hemen yanındaki külliyeye ait medrese, kütüphane ve imarethane ile hamam bulunuyor. Şehrin yüksek bir tepesindeki Kale, Selçuklular tarafından kervan yollarının güvenliği için inşa edilmiş.

Hacı Bektaş Veli Dergahı ve Külliyesi


13. yüzyılda yetişmiş ünlü bir Türk-İslam düşünürü Hacı Bektaş Veli, Orta Anadolu’yu şehir şehir, köy köy dolaştıktan sonra, yaşayan Türk gelenek ve göreneklerini korumaya çalışarak Suluca Karahöyük’te İslâm inanç ve öğreti merkezi kurmuş, çok sayıda öğrenci yetiştirmiş. Yeniçeri ocağının da Piri olarak bilinen Hacı Bektaş Veli, Anadolu’daki Türk-İslam birliğinin sağlanmasına yardımcı olmuş. XIV. yüzyılda Hacı Bektaş Veli’nin yaptırdığı Kızılca Halvet (Çilehane) ile çevre yapılarına sonraki yıllarda yenileri eklenmiş. 19. yüzyılda onarılan Dergah, 1959-1964 arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yeniden elden geçirilmiş, 1964’te müze olarak açılmış.




Hacı Bektaş Veli Türbesi

Türbenin cephesi, yan yana üç kemerli bir eyvandan oluşuyor. Pir Evi’ne ortadaki büyük kemerin altındaki demir parmaklıklı, çift kanatlı kapıdan giriliyor.



Tokalı Kilise

Göreme Vadisi’nde, bölgenin bilinen en büyük kaya kilisesi olan Tokalı Kilise, Tek Nefli Eski Kilise, Yeni Kilise, Eski Kilise’nin altındaki kilise, yeni kilisenin kuzeyindeki yan şapel olmak üzere dört ayrı bölümden oluşuyor. 10. yy. başlarına tarihlenen Eski Kilise, tek nefli, beşik tonozlu bir yapı. Kilisede Aziz tasvirleri, müjde, ziyaret, bakireliğin ispatı, Beytüllahim’e yolculuk, doğum, üç müneccimin tapınması, masum çocukların katliamı, Mısır’a kaçış, İsa’nın mabede takdimi, İsa’nın cehenneme inişi, İsa’nın göğe çıkışı gibi tasvirler bulunuyor.

Yeni kilise, enlemesine dikdörtgen planlı, basit beşik tonozlu bir yapı. Beşik tonozlu nefinde İsa’nın siklusu kronolojik sıraya göre ağırlıklı olarak çok kırmızı ve mavi renkler kullanılarak işlenmiş. Lapis mavisi, Tokalı Kiliseyi diğer kiliselerden ayıran en önemli özellik.


El Nazar Şapeli


Göreme-Müze yolunun sağındaki vadide, yoldan yaklaşık 800 m. uzaklıkta El Nazar vadisinde yer alıyor. Vadinin güney kısmında yer alan El Nazar Şapeli 10.yüzyıla ait ve Orta Bizans Devrinin karakteristiği olan bir plan şemasına (Yunan Haçı Planı) sahip. Duvarlarında İncil’den alınma konulara sahip zengin freskolar bulunuyor. Bir peri bacası içine oyulmuş El Nazar Kilisesi, ‘ T ‘ planlı, haç kolları beşik tonozlu. Ana apsis haç kollarının birleştiği merkez mekana açılıyor. Zeminin tamamı ve apsisin bir kısmı tahrip olmuş. Sahneleri kronolojik olarak birbirini takip etmekte olan kilise, 10. yüzyılın sonlarına tarihleniyor.


Saklı Kilise

Varlığı oldukça geç keşfedilmiş olması nedeniyle (1957) Saklı Kilise adı verilen Aya Ionnes, El Nazar Kilisesi yakınlarında bulunuyor. Enlemesine dikdörtgen planlı, ana mekan iki sütun ve üç kemerle ikiye ayrılmış. Üç apsisli. Düz tavan haçlarla ve geometrik süslemelerle dekore edilmiş. Kiliseyi süsleyen resimler sıva üzerine değil, doğrudan ana kaya üzerine yapılmış. Kilisenin etrafında bulunan boyalı bez parçalarının yapılan analizler sonucunda kilisenin boyanmasında fırça yerine kullanıldığı anlaşılmış. Oldukça sağlam durumdaki resimlerinde kırmızı rengin hakim olduğu görülüyor. Kilisenin mimarisi  Mezopotamya kilise mimari geleneğine benziyor. Kilise, 11.yüzyıllın ikinci yarısına tarihleniyor.

Azize Barbara Şapeli


Azize Barbara Şapeli, Yunan haçı planında inşa edilmiş. Yapıya bu ad, haçın kollarından birinde yer alan Barbara resminden ötürü verilmiş. Kubbesinde yer alan Pantokrator İsa resmi ise, geç tarihli. Haç planlı, iki sütunlu, batı, kuzey ve güney haç kolları beşik tonozlu, merkezi kubbeli, doğu haç kolu ve doğudaki iki köşe mekanı kubbeli. Motifler kırmızı boya ile doğrudan kaya üzerine uygulanmış. Duvarda ve kubbede zengin geometrik motifler, mitolojik hayvanlar ve askeri semboller resmedilmiş. Ayrıca duvarda taş izlenimi veren motifler de yer almakta. Kilise 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor.


Meryem Ana  Kilisesi




Tokalı Kilise’nin arkasındaki sırtta, Göreme Açık Hava Müzesi’ne yaklaşık 250 m. uzaklıkta, Kılıçlar Kilisesi’nin güneyindeki dik yamaçta yer alıyor. Nef, enlemesine dikdörtgen planlı, farklı genişlik ve yükseklikteki iki beşik tonozla örtülü. Kilise aziz figürleri ve İncil siklusunun dört sahnesini içeriyor. Meryem Ana Kilisesi, 11. yüzyılın birinci yarısına tarihleniyor.

Rahibeler ve Rahipler Manastırı


Açık Hava Müzesi’nin girişinin solunda yer alan 6-7 katlı kaya kütlesi ‘Rahibeler Manastırı’ olarak biliniyor. Bu manastırın 1.katındaki yemekhanesi, mutfağı, birkaç odası; 2.katında yıkık şapeli gezilebilir durumda. 3.kattaki bir tünelle ulaşılan kilisesi çapraz kubbeli, dört sütunlu üç apsisli. Ana apsisteki templona Göreme’deki diğer kiliselerde pek rastlanmıyor. Kilise’de doğrudan kaya üzerine yapılan İsa freskinin yanında kırmızı bezemeler görülüyor. Manastırda katlar arasındaki bağlantı tünellerle sağlanmış.Tehlike anında tünelleri kapatmak üzere yeraltı şehirlerinde olduğu gibi ‘Sürgü taşları’ kullanılmış.

Sağdaki Rahipler Manastırı’nda ise erozyon nedeniyle katlar arasındaki geçişler kapandığından sadece giriş katında birkaç oda görülebiliyor.


Yılanlı Kilise


Göreme’deki kilisenin ana mekanı, enlemesine dikdörtgen planlı, beşik tonozlu, güneyde mezarların bulunduğu ek mekan ise düz tavanlı. Girişi kuzeyden olan kilisenin apsisi soldaki uzun duvara oyulmuş. Kilise tonozun her iki yanında Kapadokya’da saygın olan azizlerin tasvirleri bulunuyor. Kilise 11.yüzyıla tarihleniyor.


Karanlık Kilise


Kuzeyde kavisli bir merdivenden kilisenin dikdörtgen, beşik tonozlu narteksine çıkılıyor. Narteksin güneyinde bir mezar bulunuyor. Kilise haç planlı, haç kolları çapraz tonozlu, merkezi kubbeli, dört sütunlu, üç apsisli. Karanlık Kilise olarak adlandırılmasının nedeni; narteks kısmındaki küçük bir pencereden çok az ışık alabilmesi. Bu sebeple fresklerdeki renkler oldukça canlı. Kilise ve narteks İncil ve İsa siklusunu içeren zengin süslemelere sahip. Ayrıca Elmalı ve Çarıklı Kilise’de olduğu gibi Tevrat kaynaklı sahneler de resmedilmiş. Kilise, 11. yüzyıl sonu 12.yüzyıl başına tarihleniyor.

Çarıklı Kilise



İki sütunlu, çapraz tonozlu, üç apsisli  ve  dört kubbeli kilisenin sahnelerinde İsa’nın hayatını konu alan siklus, İbrahim Peygamber’in misafirperverliğini gösteren Tevrat sahnesi, aziz ve bani tasvirleri iyi korunmuş. Elmalı ve Karanlık Kilise’ye benzemekle beraber, İsa’nın çarmıha gidişi ve çarmıhtan alınış sahneleri kilisenin farklı özelliği. Figürler genelde büyük ve uzun. İsa’nın göğee yükseliş sahnesinin altında bulunan ayak izlerinden dolayı kiliseye ‘Çarıklı Kilise’ adı verildiği sanılıyor. Kilise  12. yüzyıl sonu, 13. yüzyıl başına tarihleniyor. Ana kubbenin ortasında pantokrator İsa, madalyonlarda melek büstleri bulunuyor.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Peri Bacaları
Bugün Kapadokya’da büyük bir hayranlıkla izlenen coğrafi oluşumların milyonlarca yıl önceye giden uzun bir öyküsü var aslında. Bölgeyi çevreleyen üç büyük yükselti; Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağı bundan yaklaşık 10 milyon önceki jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu yanardağlardan püsküren lavlar zamanla bölgenin geniş platolarını, akarsu ve göllerini, 25 bin kilometre karelik bir alanı yaklaşık 100 metre kalınlığında bir lav tabakasıyla örttü. Doğa, başta Kızılırmak olmak üzere bölgedeki akarsu ve gölleri, sel suları, rüzgar erozyonu ve tüm diğer enstrümanlarıyla Tüf adı verilen ve volkanik küllerin çamurla karışımından oluşan farklı sertlikteki bu kayaları milyonlarca yıl boyunca aşındırıp oyarak bölgeye yavaş yavaş bugünkü pitoresk görüntüsünü verdi. Dik yamaçlardan hızla aşağı inen sel suları, karşılarında bulduğu farklı sertlik ve dirençteki volkanik malzemeden en usta heykeltıraşları bile kıskandıracak güzellikte şapkalı, mantar biçimli, konik, sütunlu ya da sivri yapıtlar yarattı. Özellikle Ürgüp ve civarında çok rastlanan şapkalı peri bacalarının sırrı, gövde ve şapkayı oluşturan kayaların farklı dirençlere sahip taşlardan, yani tüf ve lahar ya da ignimbirit türü sert kayaçlardan oluşmuş olmasıydı. Yağmur suları, coşkulu akarsular bununla da kalmadı, vadi yamaçlarını da rötuşlayarak ilginç kıvrımlardan arka plan fonları, yamaçlardaki lav tabakalarının ısı farklarından yararlanarak büyüleyici bir renk cümbüşü yarattı. Yaklaşık 10 bin yıl önce neolitik çağın insanları yöreye geldiklerinde karşılarında işte böylesine görkemli bir manzara buldular.

Mağara Evler



Çoğunlukla Nevşehir-Ürgüp-Avanos üçgeni arasında, ama asıl yoğunluğu buranın 20 km. güneyinde olan ve sayıları iki düzineyi aşan yeraltı ve kaya içi yerleşmeleriyle dolu kasaba ve köyler bulunuyor. Tüf içine oyularak yapılmış birçok yapı içinde en önemli ve sayıca fazla olanlar oturmak üzere yapılmış evler. Yumuşak ve oyulmaya son derece elverişle olması nedeniyle kolay görünse de, bu tür yapıların işlenişi önemli bir ustalık isteyen zor bir iş olduğu kesin. Önce, “kayacı” adı verilen ustalar yamaçlarda tüfün kırıksız, çatlaksız ve yoğun olduğu bir yüzey bulurlar. Oyma işinin yapıldığı “külünk” adındaki iki ucu sivri bir kazmayla önce bir kapı açılır, ardından koridorlar, iç kapılar, pencere, duvar dolapları ve sekilere şekil verilir. Ustalar işlerini metre hesabına göre yapar ve buna göre ücret alırlar.

Bu kayadan oyma meskenlerin büyük bir kısmı yakın bir zamana kadar kullanılıyordu. Bugün dahi ev, ahır ya da samanlık olarak kullanılanlar var. Ortaçağın en ünlü üzümü, dolayısıyla da şarapları bu bölgenin ürünü idi. Günümüzde de köy evlerinin pek çoğunda “Şırahane” denilen imalathanelerde pekmez ve şıra elde etmek için üzümler işleniyor. Tüfe oyulmuş havuzlar olan şırahanelerde yaş üzümler ayakla çiğnenir, kanallarla depolara yollanır, daha sonra kaynatılarak pekmez elde edilirdi. Bölgenin üzümlerinin hemen tamamı bu şekilde veya daha titiz bir biçimde şarap fabrikalarında kullanılır, bir kısmı da kurutulurdu. Oldukça ilkel çalışan şarap fabrikalarında mahzen veya fıçı işini gören, tüf içine oyulmuş büyük havuzlar vardı.

Son derece kendine özgü bir volkanik dokudan oluşan toprak üzerinde tarım, yine kendine özgü bir gübrelemenin bulunmasını zorunlu kılmış ve yüzyıllar süren bir deneyimin ardından bu yöntem gelişerek, bu kıraç arazinin bakılması halinde çok verimli olabileceğini göstermiş. Bölgede sık sık rastlanan ve orijinal bir görünüm sunan güvercinlikler aslında sözü edilen tarım ve gübreleme sistemi ile yakından ilişkili. Burada arazi, bilinen anlamda toprak yerine, zaman zaman çöl görünümüne bürünen erozyonlarla ufalanmış tüf zerreleriyle kaplı. Ancak bu toprak yapısı bağ ve meyvalıklar için son derece elverişli. Orta Anadolu’nun tipik sert iklimi altında, soğuk kış aylarında bağların kök-gövdeleri toprakla kapatılır, bir-iki yılda bir de bağlar güvercin gübresi ile gübrelenirdi.

Aksaray


Aksaray Hasandağı’ nın eteklerinde geniş bir ova üzerine Anadolu’yu doğudan-batıya, güneyden-kuzeye bağlayan ana yolların kesiştiği noktada kurulmuş. Özellikle Roma Dönemi’ nde önemli bir şehir olan Aksaray, adını Kapadokya Krallarından Archelaos’ tan almış. 11.yüzyılda Selçukluların egemenliğine geçen şehrin adı ”Aksaray” olarak değişmiş. Kentin en önemli eserlerinden biri Eğri Minare. Kapadokya Bölgesi’ nin önemli merkezlerinden olan Ihlara Vadisi ve Güzelyurt ilçesi Aksaray ili sınırları içerisinde yer alıyor.

Eğri Minare


Aksaray şehir merkezindeki en eski Selçuklu eseri olan Eğri Minare ( Kızıl Minare), Selçuklu Sultanı Alaeddin  Keykubat’ın babası Sultan I. Keyhusrev tarafından 1221-1236 yılları arasında yaptırılmış. Kırmızı tuğladan yapılan bu minarenin asıl adı Osmanlı Padişahı IV.Murat dönemine ait bir yazılı belgeye göre Keyhusrev Camii ve Minaresi. Ancak halk tarafından ‘ Eğri Minare’ ya da ‘ Kızıl Minare’ olarak adlandırılıyor. Kübik kaideli, silindirik gövdeli yapının gövdesi ince bir silme ile ikiye ayrılmış. Alt kısmı zik zak bezemeli olan Eğri Minare’nin üst kısmı mavi ve yeşil çinilerle kaplıydı. Ancak bu çinilerin büyük bir kısmı kayıp. Minarenin tek şerefesine 92 taş basamaklı merdivenle çıkılıyor. Bugün Türkiye’ nin ” Pizza Kulesi” olarak adlandırılan minarenin ne zaman eğildiği hakkında kesin bir kayıt yok.


Taptuk Emre Köyü ve Türbesi

Aksaray’a 20 kilometre mesafede bulunan köy, küçük Ekecik Dağı’nın eteğinde kurulu.

Dağın eteklerinde son yıllarda yeniden çevre düzenlemesi yapılan cami ve türbe bulunuyor. Taptuk Emre’ye ait olduğu söylenen mezarın üstüne taş sanduka yapılmış.

Yunus Emre Türbesi


Aksaray ilinin Ortaköy ilçe merkezine 20 km. mesafede Reşadiye köyünde bulunan türbenin bulunduğu tepe, halk tarafından ziyaret tepesi olarak da anılıyor.

Kilise Camii


Güzelyurt ilçe merkezindeki Hristiyanlık dönemi eserlerinden. Ortodokslar için büyük önem taşıyan Aziz Gregorius Kilisesi, M.S. 385 yılında kapalı haç planında inşa edilmiş. Daha sonra çeşitli ilave ve tamiratlarla değişikliğe uğrayan kilisenin, çan kulesi minare haline getirilerek camiye çevrilmiş.

Selime Sultan Türbesi

Selime köyünde bulunan türbe, gerek mimari, gerekse dekoratif yönden erken devir özellikleri göstermekte. Taş ve tuğla işçiliğinin iç içe geçtiği türbe, mimari stili ve malzemeleri yönünden 13. yüzyılın başlarına tarihleniyor.


Aziz Anargiros Kilisesi

Güzelyurt ilçe merkezinde bulunan kilise, kayaya oyularak yapılmış. 1884 yılında büyük bir tamir görmüş. Günümüzde Vatikan’dan çok sayıda insan buraya gelip hacı oluyor.

Pürenli Seki Kilisesi 

Kilise kayaya oyulmuş dört bölümden oluşuyor. Narteks zemininde mezarların bulunduğu kilisedeki freskolar 10. yüzyıl başı ile 12. yüzyıl arasına tarihleniyor. Kilisede yer alan Peygamberlerin kehaneti, Meryem ve piskoposlar, müjde, ziyaret, çobanların tapınması gibi, İsa’nın çocukluğu ve İncil’den çeşitli sahneleri konu alan tasvirler görülmeye değer.

Kokar Kilise

9. yüzyılın sonuna veya 11. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen freskoların konuları oldukça zengin. Kilisenin iki mezar odasındaki süslemeler kırmızı boya ile yapılmış ilk örnekler.

Eğritaş Kilisesi

Çok büyük bir tapınak olan kilise, vadinin en eski yapılarından biri. Kilisenin Meryem’e ithaf edildiği, doğu duvarındaki bir kitabede belirtiliyor. Kilisedeki freskler oldukça yıpranmış olmalarına karşın, boyaları hala çok renkli ve canlı.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Ihlara Vadisi

Aksaray’a 40 km. uzaklıktaki vadiye, Aksaray-Nevşehir karayolunun 11. km.sinden sapılarak ulaşılıyor. Kanyon, Hasandağı’ndan çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler sonucu oluşmuş.

14 km. uzunluğundaki vadi Ihlara’dan başlayıp, Selime’de son buluyor. Vadi boyunca kayalara oyulmuş çok sayıda barınak, mezar ve kilise bulunuyor. Barınakların ve kiliselerin bazıları yeraltı şehirlerinde olduğu gibi tünellerle birbirlerine bağlanıyor.

Yeraltı Şehirleri


Aksaray’daki yeraltı şehirleri genellikle Güzelyurt ve Gülağaç ilçelerinde yoğun olsada, şehrin birçok yerinde yeraltı şehirlerine rastlamak mümkün. Güzelyurt ilçe merkezi ve manastır vadisinde üç adet açık yeraltı şehri bulunuyor. Gülağaç ilçesinde Saratlı yeraltı şehri aydınlatılarak ziyarete açılmış.

Antik Nora Viranşehir


Aksaray’ın 30 km. güneyinde Hasan Dağı’nın eteğinde kurulan kasaba, Roma ve Bizans döneminin önemli yerleşimlerinden. Kasabada çok sayıda kilise kalıntısı bulunuyor. Ayakta kalan yapılar Bizans devrine ait. Kiliseler kısmen tahrip olmuşsa da çok sayıda fresk tüm ihtişamlarıyla ayakta duruyor. 

Aşıklı Höyük

Kızılkaya köyünün 1 km. kadar güneyinde Melendiz Çayı kıyısında, Aksaray’ın 25 km. güneydoğusunda yer alan höyükte ilk yerleşim M.Ö. 8 bin yılında başlamış. Aşıklı Höyük, Anadolu ve Yakındoğu’da Akeramik Neolitik Döneme ait en eski ilk köy yerleşmelerinin sergilendiği önemli ören yerlerinden biri. 

Acemhöyük Antik Yerleşmesi

Aksaray’ın 18 km. kuzeybatısında yer alan Acemhöyük,  Asur Ticaret Kolonileri Devrine ait büyük bir saray ve depoya sahip. Kentte bulunan gaga ağızlı testiler, mühürler ve seramikler de görülmeye değer.

Alayhanı

Aksaray-Nevşehir karayolu üzerinde Alayhan köyü sınırları içerisindeki hanın ön kısmı ve avlusu yıkılmış. II. Kılıçarslan döneminde Uçbeyi olan Pervane Bey tarafından yaptırıldığı sanılıyor.




Sultan Hanı
1228-1229 Yıllarında Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılan han, Selçuklu devri mimari taş işçiliği ve süsleme sanatına güzel bir örnek. Sultan Hanı ticari ve askeri açıdan önemli olan Konya-Aksaray yolunun emniyetini sağlamak için kurulmuş. Yazlık, kışlık, mescid ve ahır bölümlerinden oluşan klasik Selçuklu hanları tipinde.

Ağzıkara Han


Aksaray-Nevşehir karayolunun 15. km’sinde bulunan han, Osmanlı kaynaklarında Hoca Mesud Hanı olarak geçiyor. Yapımına 1231 tarihinde başlanan han 1239 ‘da tamamlanmış. Hamamı, imareti, yazlık ve kışlık bölümleri bulunan hanın kapısı Selçuklu taş süsleme sanatının tüm özelliklerini göstermekte.

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi



Konya


İnsanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri olan ve tarih akışı içerisinde birçok medeniyetin izlerini bağrında taşıyan Konya, adeta bir müze şehir konumunda.

Sayısız tarih, kültür ve doğal zenginliklerine sahip olan Konya, yetiştirdiği İslam büyükleri ile de tanınıyor. Kent tarih boyunca belli başlı yollar üzerinde yer almış. Tarihi İpek Yolu’nun en önemli ticaret ve konaklama merkezlerinden birisi olmuş.


Mevlana Türbesi ve Dergahı


Türbenin çekirdeği 1230 yılında, Mevlana’nın babası Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veledin vasiyeti üzerine buraya gömülüp, üzerine basit bir türbe yapılmasıyla oluşmuş.

Mevlana’nın ölümünden sonra ise Pervane Muiniddin ve karısı Gürcü Hatun tarafından buraya bir türbe yaptırılmış. Türbe daha sonra dini ve sosyal işlevli mimari eklemeler yapılarak günümüzdeki şekliyle bir Mevlevi dergahı haline getirilmiş. Müzede Mevlana ve diğer Mevlevilere ait veya çeşitli yollarla dergaha gelmiş değerli yazmalar, hat ve tezhip örnekleri, maden cam ve ahşap eserler ile Mevlevi musikisi enstrümanları, halı ve kilimler sergilenmekte.

Türbenin en ilgi çekici kısmı Hz. Mevlana ve oğlu Sultan Veled’in kabirleri üzerinde yükselen Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe). 1396’da Selçuklular döneminde Mimar Bedreddin’in yaptığı kubbe yeşil çinilerle kaplı. Türbenin içi alçı rölyef, kalem işi nakış ve yazılarla süslenmiş. Hz. Mevlana’nın sandukası dönemin ahşap işçiliğinin üstün örneklerinden.

Türbenin kuzeyinde 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Semahane (Mevlevi ayinlerinin, semanın yapıldığı yer) ve mescid kısımları yer alıyor. Şeb-i Aruz Havuzu ise dergah mutfağının önünde.

Alaaddin Cami


Konya’da Alaaddin Tepesi’nde bulunuyor. İlk caminin abanoz ağacından 1155 tarihli şahane minberinde Sultan Mesut ve II. Kılıçaslan’ın kitabeleri bulunmakta ve Ahlatlı usta Mengümberti’nin adları yazılı. Kitabeli ve tarihli en eski Selçuklu eseri olan böyle bir minberin sanat değerine uygun bir mimaride yapılması gereken camide, iki farklı devir göze çarpmakta. 12. yüzyıldan kalan ilk Selçuklu eseri Alaaddin Cami’nin zamanla değişen planı, organik bir bütünlük taşımıyor.


İnce Minareli Cami ve Medrese

Taç kapının görkemli görünüşüne karşın, yalın, süslemesiz bir yapı. Alaaddin Tepesi’nin batı eteğinde olan medrese, 1260’da Selçuklu Veziri Sahip Ata tarafından yaptırılmış. Selçuklu mimarisinin kuvvetini gösteren taş işlemeler, Fransız gotiği etkisini hissettirmekte.

Sahip Ata Külliyesi


 

Anadolu Selçuklularının bilinen en eski ağaç direkli camisi. Son yıllardaki araştırmalar Sahip Ata Cami’nin aslında bugünkü çifte minareli cepheye kadar uzandığını ve ağaç direkler üzerine ahşap bir cami olduğunu göstermekte. Selçuklu veziri Sahip Ata tarafından başlandığı ve mimar Kölük Bin Abdullah’ın eseri olduğu biliniyor. 1283’de tamamlanan türbe ve yapı, bir külliye haline gelmiş. Bu yapıdan günümüze yalnız, şahane çini mozaik mihrap kalmış.


İplikçi Cami ve Medrese

Yapı, eskiliği ve burada Mevlana Celaleddin Rumi’nin ders vermiş olması nedeniyle önemli (12. yüzyıl sonu).

Alaaddin Tepesi’nin doğusunda, Alaaddin Caddesindedir. Cami ve medrese Hacı Ebu Bekir tarafından 1332’de genişletip yenilenmiş. Medresenin vakfiyesinden ilk yapının II. Kılıçaslan döneminde vezir Şemseddin Altunba’nın (Altıapa) yaptırdığı anlaşılıyor.


Selçuklu Köşkü

Sultan Kılıç Arslan II. (1156-1192) devrinde yapılmış ve Sultan Alaaddin Keykubat I. zamanında onarılıp genişletilmiş. Diğer bir adı da Alaaddin Köşkü. İki katlı olarak inşa edilen köşkün duvarları çini motiflerle süslenmiş.


Karatay Medresesi

Medrese, Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus II. devrinde Celaleddin Karatay tarafından 1251 yılında yapılmış. Medresede Hadis – Tefsir – Usul – Furu gibi ilimler okutulmuş.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN




Çatalhöyük

İnsanlık tarihindeki ilk yerleşme, ilk ev mimarisi, ilk kutsal yapı Çatalhöyük’te gerçekleşmiş. Konya’ya 60 km. uzaklıktaki Çatalhöyük’de en erken yerleşim katı M.Ö.5500 yıllarına tarihleniyor. Yapılarda kullanılan malzeme; kerpiç, ağaç ve kamış. Bulunan bazı eserler Konya Arkeoloji Müzesi’nde. Arkeolojik kazılar halen devam ediyor.

Kilistra Antik Kenti

Kral yolu üzerinde bulunan antik kent, İsa’nın havarilerinden Saint Paul’ün ilk vaaz verdiği yerlerden. Konya’nın güney batısında, şehre 55 km. uzaklıkta. Arkeolojik kazıların devam ettiği bölgede; Hac Plank Şapel, Sümbül Kilise, Çiftli Sırahane, Büyük Su Sarnıcı gibi yerler ortaya çıkarılmış.


Kubad-Abad Sarayı

Türk Saray Külliyesi’nin en eski örneği. Beyşehir gölünün güneybatısında yer alıyor. 1226- 1236 yıllarında yaptırılmış.

Meke Krater Gölü


Karapınar ilçesine 8 km. uzaklıkta çift volkan patlaması ile oluşmuş bir krater gölü. Bu özelliği zeminde olmasından dolayı jeolojik açıdan oldukça ilgi çekici. Ayrıca bölgede; Acıgöl, Çırak Göl ve Meyil Gölü adında birçok krater bulunuyor.

Beyşehir Gölü


Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü büyüleyici doğal güzelliklere sahip. Beyşehir, denizden yüksekliği 1121 metre olan tektonik bir göl. 656 kilometrekarelik alanı ve 45 kilometrelik çevresiyle Van Gölü ve Tuz Gölü’nden sonra Türkiye’nin üçüncü büyük gölü. Ötüşen kuşların çağrılarını dinleyerek ardıç ağaçları boyunca gezinirken göl suları üzerinde benek gibi yayılmış adalara hayret edeceksiniz. (Toplam 22 tane). Adadan adaya hoş bir keşif gezisi için Gedikli ve Gölyaka köylerinden kayık kiralayabilirsiniz. Beyşehir’de bulunduğunuz sırada gölden tutulan lezzetli balıkları tatmayı da unutmayın.

Kayseri


Kayseri tarih boyunca Anadolu’nun önemli ticaret merkezlerinden biri olmuş.Ticaretin yanı sıra, görkemli Erciyes Dağı, gelişen kış turizmi potansiyeli ve lezzetli yemekleriyle görülmeye değer bir orta Anadolu şehri.

Ulu Cami


Cami, Kebir Mahallesinde, Kapalıçarşı’nın hemen yanında yer alıyor. 1134-1143 yılları arasında Kayseri’yi, devletine başkent yapan Danişmentiler’in 3. hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırılmış. Selçuklu Hükümdarı I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında 1205 yılında Yağıbasanoğlu Muzaffereddin Mahmut tarafından onarılmış.

Gülük Cami


Çok güzel çini mozaiklerle süslü mihrabı, Selçuklu çini sanatının şaheserlerinden biri olarak görülebilir durumda.

Şehrin içinde, Düvenönü semtinin güneybatısında Gülük Mahallesinde yer alıyor. Danişmentlilere ait cami ve medreseden meydana gelen bu yapıyı, Muzaffereddin Mahmut’un kızı “Atsız Elti Hatun”, 1211 yılında yaptırmış.

Hunat Cami ve Külliyesi


Cami, 1238 yılında Selçuklu hükümdarı I. Alaeddin Keykubat’ın karısı Mahperi Hatun tarafından yaptırılan külliyenin bir bölümü. Ortasındaki kubbesi ve minaresi sonradan inşa edilmiş. Doğu ve batısındaki taç kapıları Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerinden. Ahşap minberi orijinal. Sağlam kesme taş işçiliği ve kaleyi andıran duvarlarıyla dikkati çekici.

Kutluğ Hatun Türbesi

Hunat Cami’nin doğusunda. Şah Kutluğ Hatunun emriyle 1349 yılında yapılan bu kümbet, büyük ve süslü taç kapısı ile Kayseri’de türünün başyapıtı.

Döner Kümbet

Selçuklu eserlerinin Kayseri’deki en güzel örneklerinden. Prenses Şah Cihan Hatun adına yapılmış olan bu kümbet, kendisine has özellikleriyle dikkati çeken bir eser. Çokgen şeklindeki kümbetin, her bir yüzüne çeşitli geometrik şekiller, efsanevi yaratıklar kabartma olarak yapılmış.

Çifte Kümbet

Kayseri’ye 1 km. uzaklıkta Sivas yolu üzerinde 2 kümbet bulunuyor. Bunlardan birisi iz bırakmadan harap olmuş, ikincisi oldukça iyi korunmuş ve bugün ayakta. 1247 yılında Melike Adile Hatun adına kardeşleri tarafından yaptırılmış.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN

Kültepe Ören Yeri


Kayseri-Sivas karayolunun 20. km.sinden, yolun 2 km. kuzeyinde yer alan yüksekliği 22 m. çapı 500 m.yi bulan bir höyük tepe ile onun etrafını çeviren Karum adı verilen aşağı şehirden ibarettir. Dünyaca tanınan bu açık hava müzesi ilk olarak 1881’de   dikkati çekmiştir. Yapılan kazılarda Kültepe’de, Asur, Genç Hitit, Roma-Pers ve Tabal Dönemlerine ait eserler ve bulgular ele geçirilmiştir. Bu eserlerin en önemlileri Asur dilinde yazılmış çivi yazılı tabletlerdir. Bunlar Anadolu’nun en eski yazılı  belgeleridir.

Sultanhanı Kervansarayı




Kayseri-Sivas karayolunun 50. kilometresinde bulunuyor. Selçuklu Sultanı 1. Alaattin Keykubat zamanında (1232-1236) yapılmış. Kervansaray kapı süslemesi ve iç mimarisi ile ön plana çıkmış.


Sultan Sazlığı


Sultan Sazlığı Kayseri’nin Yahyalı yolunda Ovaçiftlik Köyü’nde. Sultan Sazlığı, üç gölden oluşuyor. Bu bölgede nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya 301 kuş türünün yaşadığı, 85 kuş türünün kuluçka yaptığı saptanmış. Türkiye’nin en önemli kuluçka alanlarından biri olan Sultan Sazlığı, tatlı ve tuzlu su ekosistemlerinin bir arada bulunduğu nadir yörelerden. Avrupa’da turna, flamingo, balıkçıl, kaşıkçı kuşlarının bir arada kuluçka yaptığı tek alan ve  göç yolları üzerindeki önemli bir kuş toplama yeri aynı zamanda.


Sivas

Sivas, İç Anadolu’nun doğusunda yer alan, Anadolu’daki tarihi İpek Yolu güzergahlarının kesiştiği bir yerde konumlanmış ve ünlü Kral Yolunun da geçtiği büyük bir şehrimiz. Sivas tarihi zenginlikleri, doğal güzellikleri ve kaplıcaları ile gezginlere ilginç tatil olanakları sunuyor.

Ulu Cami



Sivas Müzesi’nde bulunan kitabesine göre, 1196-1197 yılında Kızıl Aslan bin İbrahim tarafından yaptırılan bir Selçuklu eseri. Kesme taştan yapılmış olup, sade bir işçiliği var.

Gök Medrese


Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök Medrese deniliyor. Sivas Kalesi’nin güneydoğusunda yer almakta. Anadolu Selçuklu Beyliği baş veziri ve “Hayrat Babası” (Ebu’l Hayrat) Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında ve devrin astronomi ilminin okutulduğu medrese olarak yapılmış. Plastik sanatın şaheserlerinden olan taç kapıdaki mermer malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi belirgin. Ön cephede yer alan çeşme, pencere, berkitme kuleleri ve iki minaresi taç kapıya daha da önem kazandırmakta.

Çifte Minareli Medrese




Dikdörtgen planlı medresenin bugün sadece ön yüzü ve minareleri ayakta.
İlhanlı veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271 yılında yaptırılmış. Anadolu’daki medreseler içinde en büyük portale sahip.

Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa

Divriği Kalesinin güneyinde yer alan Ulu Cami ve Darüşşifa bitişik yapıdadır. Mengüçoğullarından hükümdar Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah tarafından 1228 yılında yaptırılmış. Mimari açıdan “Dünya Kültürel Mirasını Koruma” esasları çerçevesinde korumaya alınmış. Dönemin taş ve ahşap işçiliğinin en kaliteli örnekleri bu camide görülür. Yapı ve süsleme özellikleriyle Anadolu Selçuklu sanatından ayrı özellik gösterir.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN



Şifaiye Medresesi

Şehir merkezinde Selçuklu parkı içerisinde, Çifte Minareli Medresenin tam karşısındadır. 1217 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmış. Anadolu Selçuklu Tıp okullarının ve hastanelerinin en eski ve en büyüklerinden. 1220 yılında vefat eden I. İzzeddin Keykavus, vasiyeti üzerine çok sevdiği Sivas’taki Şifaiye Medresesinin güney eyvanındaki türbede ailesi ile birlikte yatmakta.


Buruciye Medresesi


Şehir merkezindedir. Taç kapıdaki taş işçiliği ile girişin solunda yer alan türbe çinileri önemli.


Kangal Balıklı Kaplıca

Sivas’a 96 km. Kangal İlçesine 13 km. uzaklıkta ve Kangal’ın kuzeydoğusunda Kavak deresi vadisindedir.

Kaplıca suyunda en büyüğü 10 cm. boyunda olan binlerce küçük balık yaşar. Balıklar vücuttaki sivilce, yara, egzama, sedef gibi cilt  hastalıklarının  iyileşmelerine, yaraları temizleyerek yardımcı olur. Çermikte yeme-içme ve konaklama tesisleri bulunuyor.