Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi




Çifte Minareli Medrese


Çifte Minareli Medrese, oyma taşlı kapısı ve görkemli çift minaresi ile büyüleyici etkiye sahip. Anadolu Selçuklu Mimari geleneğinde açık avlulu, iki katlı ve iki minareli eğitim kurumu olan Çifte Minareli Medrese, Anadolu’nun en büyük medresesi.




Erzurum.

Üç Kümbetler


Üç Kümbetlerden sekiz köşeli plan üzerine oturtulmuş olan kümbetin Saltuklu Devleti’nin kurucusu Emir Saltuk’a ait olduğu sanılıyor. Tamimiyle kesme taştan yapılmış olan kümbetlerin diğer ikisini kimlerin yaptığı bilinmiyor. Kümbetlerin genel olarak 13. yüzyıl sonu ve 14. yüzyıl başına ait oldukları kabul ediliyor.

Erzurum.

Ani Harabeleri


Ani, Hristiyan Ermeni inanışınca kutsal sayılıyor. Şehirde, Selçuklu eserleri ile kiliseler yan yana hatta iç içe duruyor. Milattan önce bir kale kenti olarak kurulan Ani, X. yüzyılda Bagrat oğulları sülalesinden Ermeni hükümdarlara başkentlik yapmış. Kentin merkezindeki Ani Katedrali en büyük eserlerden birisi. 1001 yılında Yunan haçı planında yapılmış olan katedral 1064’de Alparslan tarafından camiye çevrilmiş. Doğu yönünde Arpaçay’a inen kayalıkların eteğinde Prens Dikran Honents’in yaptırdığı Surp Kirkor Kilisesi bulunuyor. İçi fresklerle süslü kilise oldukça iyi durumda. 1036 yılında yapılmış Surp Pirgiç (Halaskar) Kilisesi ise yörede Keçeli Kilise diye de biliniyor. 1038’de yapılan Surp Hovannes (Apostol) Kilisesi’nden günümüze pek bir şey ulaşamamış. Kuzeybatı tarafında aynı adı taşıyan üç kilise bulunuyor. Bunlardan Surp Kirkor Abugamrents Kilisesi 994’de yapılmış ve Aziz Kirkor Lusaroviç’e adanmış. Kentin ortasındaki kervansarayın ise ancak kalıntısı günümüze kadar gelebilmiş. Ani merkezinde yer alan Meryem Ana Katedrali’nin inşaatına 939 yılında II. Simbat döneminde başlanmış ve 1001 yılında I. Gagik’in eşi Katramida tarafından tamamlanmış. 1072 yılında Ani emiri Menuçehr tarafından yaptırılan Menuçehr Camii, Selçukluların Anadolu’da inşa ettikleri ilk cami. Ani ören yerinin kuzeybatı ucunda dik bir yamaçta Sultan Sarayı bulunuyor. Beş katlı olarak inşa edilmiş binanın üst katları yıkılmış. Ön yüzünün mozaik işlemeleri ise hala görülebiliyor.




Ani Harabeleri Kars’a 48 km. uzaklıkta Ocaklı Köyü yakınlarında yer alıyor.

İshak Paşa Sarayı


1789’da vezir olan Hasan Paşa’nın oğlu İshak Paşa’nın yaptırdığı saray, 360’ı bulan oda ve salonları ile Osmanlı saray teşkilatının tipik bir örneği. 760 m2’lik bir alanı kaplayan sarayın yapımının 99 yıl sürdüğü söyleniyor. “U” şeklinde, iç içe iki avlu çevresinde toplanmış binalarının mimarisinde (cami-harem daireleri-aşevi-hamam, selamlık-merasim ve eğlence salonu-türbe vs.) mükemmel taş işçiliği, oymacılığında ve duvar süslemelerinde ise Fars, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin ortak etkisi hakim. Girişteki taç kapıda Selçuklu etkisi görülüyor. Söylentiye göre kapı kanatları altındanmış fakat Ruslar alıp götürmüşler. Kapıdan birinci iç avluya girildiğinde eskiden var olan hizmet binaları bugün yıkık durumda. İkinci avluya gene bir taç kapıdan giriliyor. Avlunun sol tarafında görülecek herhangi bir yapı kalmamış. Sağ tarafta selamlık daireleri bulunuyor. Selamlığın cumbalı köşkünün işlemeli ahşap konsolları görülmeye değer güzellikte. Avlunun batısındaki çok süslü yüksek kapıdan harem kısmına giriliyor. Mutfak, hamam, kiler gibi yapıları burada bulunuyor. Harem dairesinin odaları dikdörtgen planlı ve şömineli ısıtma sistemine sahip.

İshak Paşa’nın bir vali için fazla ihtişamlı olan sarayı yüzünden başının derde girdiği söylenir. Vezirlik rütbesi ile Çıldır ve Ahıska valisiyken azledilip Hasankale’ye sürülmüş. Söylentiye göre Paşa’nın burada misafir ettiği İran elçisinin yolu Topkapı Sarayı’na düşünce, Padişaha İshak Paşa sarayının daha görkemli olduğunu söylemesi üzerine azledilmiş.

Ahlat Mezarlığı


Türkiye’deki en etkileyici İslam mezarlığı olan Ahlat Mezarlığı, 200 dönümlük alan üzerinde, çoğu 2 metreden yüksek binlerce dikilitaşla çarpıcı bir görüntü oluşturuyor. Taşların en güzel ve eski olanları 17.-18. yüzyıllara ait. Bir kısmı 13. yüzyılda Moğol hakimiyeti altında hüküm sürmüş yerel beylerin mezarları. Diğerleri ise Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerinden. Mezarlıkta her biri anıtsal yapı özelliğine sahip sanduka mezarların dışında, Orta Asya Türk Mezar tipleri olan oda tarzı yeraltı mezarları da mevcut.



Van Kalesi


Van Kalesi, Urartu kalelerinin en görkemlilerinden. MÖ. 9. yüzyılda Lutupri’nin oğlu I. Sarduri tarafından yaptırılmış. Büyük bölümü ayakta kalan kalenin kuzeybatı ucundaki Sardur burcunda I. Sarduri’ye ait olan, Asur çivi yazısı ile yazılmış, bilinen en eski Urartu yazıtı bulunuyor. Kalenin diğer önemli bir yapısı,      I. Agrişti’ye ait olan kaya mezarı ve hemen yakınındaki kaya üzerinde bulunan Urartular’ın günümüze ulaşan en uzun yazıtı olan “Horhor Yazıtları”. Ayrıca kalenin kuzey yamacında II. Sarduri’nin açık hava tapınağı (Analı-Kız), kale içinde Menau ve Sarduri’ ye ait mezar odaları, mağaralar, su sarnıçları ve çeşitli odalar bulunuyor. Kalenin güneyinde ise eski şehrin kalıntıları mevcut.


Şehir merkezine 5 km. uzaklıkta.


Akdamar Kilisesi

Van Gölü’ndeki adalardan en büyüğü olan Akdamar Adası, üzerindeki kilisesi ile ünlü. 900’lü yılların başında Kral Gagik tarafından yaptırılmış olan kilise, taş işçiliğinin en seçkin örneklerinden. Kutsal Haç adına Vaspurakan Kralı I. Gagik tarafından Keşiş Manuel’e yaptırılmış. Kilisenin figürlü repertuarı oldukça zengin. Bunun yanında, İncil ve Tevrat’tan alınmış çeşitli sahneler bulunuyor. Kilise duvarlarında Yunus Peygamber’in denize atılması, Hz. Meryem ve kucağında İsa, Adem ile Havva’nın Cennet’ten kovulması, Hz. Davut ile Kral Goliat’ın mücadelesi, Samson Filistinli ikilisi, ateşte üç İbrani genci, aslan ininde Daniel sahneleri yer alıyor. Zengin hayvan, asma sarmaşıkları ve çeşitli figürleri görmek mümkün.


Akdamar Adası. Gevaş iskelesinden kalkan motorlarla ulaşabilirsiniz.

Yesemek Açıkhava Müzesi


Yaklaşık 100.000 metrekare alanı kaplayan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi’nin nasıl işletildiği, bu çalışmalarda hangi teknik ve malzemelerin kullanıldığının açıklandığı Yesemek Açıkhava Müzesi, dünyanın ilk heykel atölyelerinden. Bütün evrelere ait yontu taslaklarını Açık Hava Müzesinde görmek mümkün. Yesemek Açık Hava Müzesi’nde 300’ün üzerinde yontu taslağı sergileniyor. Koleksiyon; sfenskler, aslanlar, dağ tanrıları, savaş arabaları, karışık yaratıklar ve çeşitli mimari parçalardan oluşuyor.

Yesemek.

Karkamış Harabeleri


Mezopotamya havzasının orta bölümünde yer alan Karkamış, antik çağda doğunun önemli bir sanat ve kültür merkeziymiş. Gılgamış Destanında, Geç Hitit döneminde antik şehrin kalıntıları üzerinde kurulduğu tasvir edilen yörede, bugün iç ve dış şehir surları, tapınaklar ve ev kalıntıları göze çarpıyor. Karkamış harabeleri halen Suriye-Türkiye sınırının sıfır noktasında yer alıyor. Ayrıca Karkamış’da 10’a yakın höyük bulunuyor.


Gaziantep’e 75 km. uzaklıkta yer alıyor.

Rumkale-Hromgla


Rumkale-Hromgla bir kale şehir. Stratejik konumundan dolayı Asur çağından beri yerleşime açık olduğu, hatta burasının Asur Kralı III. Salmanassar tarafından M.Ö. 855’de ele geçirildiği sanılıyor. Fırat ve Merzimen’in kıyısından itibaren yükselen eteklerde bir dış sur ve kompleks odalardan oluşan bir kapı geçidi ile kale şehre giriliyor. Ayaktaki mimari kalıntılar ise, Geç Roma ve Ortaçağ karakteri taşıyor. En ilginç kalıntı, geniş ve silindirik bir havalandırma kuyusu ile bu kuyunun kenarından helezonik bir yolla aşağı inen ve Fırat seviyesinin altına kadar giderek su ihtiyacını karşılayan su arkı. 11. yüzyılda Urfa Haçlı Kontluğu döneminde Hromgla’nın önemli bir merkez olduğu ve hâvarilerden Yohannes’in, burada bir süre inzivaya çekilerek İncil’in müsveddelerini kopya ettiği ve sakladığı, daha sonra bulunan kopyaların Beyrut’a kaçırıldığı sanılıyor. İlk yapımından itibaren Fırat boyunun güvenliği için kullanıldığına şüphe olmayan kalede sivil öğelerden çok askeri karakter hissediliyor.


Gaziantep’in 25 km. doğusunda, Fırat Nehri ile Merzimen Çayının birleştiği noktada sarp kayalıkların üzerinde yükseliyor.

Zeugma


Tarih öncesi çağlardan beri kesintisiz yerleşime sahne olan bu antik kent,  Fırat Irmağı’nın en kolay geçit verdiği iki noktadan birisinde yer alıyor. Zaten “Zeugma” adı da “köprübaşı” veya “geçit yeri” anlamını taşıyor. Günümüzde kentin üzeri 3-4 metrelik toprakla kaplı. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan antik kentin 1/3’ü, su tutulması nedeniyle Birecik Barajı göl alanı altında kalacak…

M.S. 2. yüzyılda en görkemli günlerini yaşayan Zeugma, Roma İmparatorluğu’nun en büyük 4 kentinden biriymiş. 4.Lejyon bölgesi karargahının bulunması nedeniyle yüksek rütbeli subayların ikamet ettiği, stratejik avantajları nedeniyle zengin tüccarların yaşadığı Zeugma gerçekten de önemli bir yerleşim. Ne var ki daha sonraları savaşlar ve doğal afetlerle bu görkemli kent yok olmuş ve kalıntıları da toprak altında kalmış.


Mozaikler Kenti Zeugma   


Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaikler. Sadece A bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1000 metrekareyi bulması, Zeugma’nın tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarıyor. Yolların kesişme noktasında bulunması ve ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmış. Böylelikle sanatçılar, kentte, günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlar. Zeugma’daki villa tipi yerleşimler, Fırat kıyısından başlayan bir tahta köprünün, batı yönünde yaklaşık 300- 350 metre yüksekliğindeki Belkıs Tepesi’nin üstündeki Akropolis’in eteklerine kadar ulaşmış. Yamaçların güney ve batı bölgesi nekropol (mezarlık), doğu ve kuzeydoğu tarafı mahalleler, kuzey kesimi ise yönetsel bölümler ve lejyon bölgesiymiş. Akropolis’in üzerinde ise Zeugma sikkelerinde sıkça rastlanan Tykhe (talih ve kader tanrıçası) Tapınağı bulunuyormuş.

100 Bin Bulla


Zeugma kazıları sırasında ortaya çıkarılan bullalar da Zeugma’yı eşsiz kılan özellikler arasında yer alıyor. Bulla; mühür baskısı anlamına geliyor. Yani bir mektup, bir ferman ya da paketi başka yerlere göndermek gerektiğinde, kapatılıp üzerine vurulan özel mühür baskı demek. Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen bu önemli koleksiyondaki mühür baskıların sayısı 100.000’i buluyor.


Nizip İlçesi’nin 10 km. doğusundaki Belkıs Köyü’nde, Fırat Irmağı kıyısında yer alıyor.

Harran


Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi Harran Kenti, kendi adıyla anılan Harran Ovası merkezinde yer alıyor. Tevrat’ta Hârân olarak geçen yerin burası olduğu söyleniyor. İslam tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber’in torunlarından Kaynana veya İbrahim Peygamber’in kardeşi Aran’a (Haran) bağlarlar. 13.yüzyıl tarihçilerinden İbn Şeddad, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu yazar. Bu nedenle Harran’a Hz. İbrahim’in kenti de denildiğini, Harran’da İbrahim Peygamber’in evinin, adını taşıyan bir mescidin, onun otururken yaslandığı bir taşın varolduğunu söyler. Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Mezopotamya’dan da Anadolu’ya olan ticaret binlerce yıl Harran üzerinden yapılmış olması burada zengin ve köklü bir kültür birikiminin oluşmasına neden olmuş. Harran; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin (Sabiizm) önemli merkezi olması yönüyle de ünlüymüş.

Harran’ın en çok ilgi çeken yanı, külah biçimindeki konik tipik evleri. Harran harabelerindeki antik mimari kalıntılardan toplanan tuğlalarla, köylüler tarafından yapılan bu evler, kare bir alanın üzerini örten külah biçiminde bir kubbeden oluşuyor. Yan yana gelen tek kubbeler iç kısımda kemerlerle birbirine bağlanmış ve içeride geniş bir oturma mekanı elde edilmiş. Bölgenin iklimine uyumlu olan bu evler yazın serin, kışın sıcak.


Harran Ovası. (Urfa)

Balıklı Göl (Halil-ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha Gölü)


Balıklı Göl, içindeki balıklar, etrafındaki asırlık çınar ve söğüt ağaçları ile doğal bir akvaryum görünümünde. Göller, Ayn-ı Zeliha ve Halil-ür Rahman olmak üzere iki tane. Kutsal olduğuna inanılıyor. Efsaneye göre Hz. İbrahim Peygamber’in, devrin hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye ve onları kırıp parçalayarak tek tanrı fikrini savunmaya başlaması üzerine Nemrut tarafından, bugünkü Şanlıurfa Kalesi’nden ateşe atılır. Bu esnada Allah tarafından “Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri üzerine ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. Hz. İbrahim’in düştüğü yere “Halil-ür Rahman Gölü” denilir. Nemrut’un evlatlığı Zeliha da, Hz. İbrahim Peygamber’e aşık olur. Hz. İbrahim’in ateşe düştüğünü görünce Zeliha da kendini ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yere de Ayn-ı Zeliha Gölü denir.


Merkez. Şanlıurfa

Halil-ür Rahman Camii (Döşeme Camii-Makam Camii)


Halil-ür Rahman Gölü’nün güneybatı köşesinde yer alan cami, medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü makamdan meydana gelen bir külliye halinde. Cami, M.S. 504 tarihinde (Bizans dönemi) Urbisyus’un maddi yardımlarıyla Monofistler adına yaptırılan Meryem Ana Kilisesi üzerine 13. yüzyılda Eyyübiler devrinde inşa edilmiş. Caminin güneydoğu köşesine bitişik kare gövdeli kesme taş minarenin batı cephesindeki kitabede Eyyübilerden Melik Eşref Muzafferiddin Musa’nın emriyle 1211 yılında yaptırıldığı yazılı.


Merkez. Şanlıurfa


Nemrut


UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilen Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biri. Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekici. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına tırmanıyor.  Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer alıyor. Her yıl Haziran ayında Kommegene Festivali yapılıyor.

n Adıyaman’ın 86 km. doğusunda Kahta ilçesinin Karadut köyünde yer alıyor.

Doğu Teras


Kommagene ülkesinde güneşin doğuşunu ilk gören yer olan doğu terasına sert kayalardan oyulmuş merdivenli yollardan çıkılıyor. Doğu terası; tanrılar galerisi, atalar galerisi ve sunaktan oluşuyor. Tanrılar galerisindeki devasa tanrı heykelleri anıt mezara sırtını dönmüş biçimde sıralanmış.Tanrılar galerisinin beş heykelinden biri olan Antiochos (Kommegene Kralı), güney uçta ilk sırada yer almakta. Kendisini tanrılarla aynı kategoride gören Antiochos heykelini bu sıralamaya dahil etmiş. 2. heykel Kommagene-Fortuna Latince’de şans, uğur, bereket anlamını taşır. Heykeller arasında en uzun olan 3. heykel Zeus-Oromasdes, Tanrılar tanrısı Kronos’un oğlu, baş tanrı ve gökler hakimi. 4. heykel Apollon-Mithras, Anadolu mitolojisinde baş tanrı Zeus’un oğlu olup ışık ve güneş tanrısı. Kuvvet ve kudretin sembolü olan Herakles (Herkül) ise 5. heykeldir.

Batı Teras


Muhteşem bir gün batımının izlenebildiği, doğu terasına benzer şekilde yapılmış batı terasında, tanrılar galerisindeki heykel sıralaması ve heykellerin arkasındaki kült yazısı bazı detaylar hariç aynı. Doğu terasından farklı olarak, tanrılar galerisinin kuzey ucunda, dördünde Kral Antiochos’un tanrılarla selamlaşması, diğerinde aslan figürü bulunan, kumtaşından yapılmış beş kabartma (rölyef) bulunuyor. Aslan horoskop olarak bilinen kabartma ise 25.000 yılda bir meydana gelen astrolojik bir olayın sembolize edilmiş hali.

Doğu ve Batı terasın her ikisinde de tanrı heykellerinin tahtlarını oluşturan taş blokların arkasında Grek harfleriyle yazılmış 237 satırlık uzun bir kült yazıtı Nomos bulunuyor.

Arsameia (Nymphaios Arsameiası)


Kral I. Antiochos kitabelerinde söz edildiğine göre, Arsameia M.Ö. 2. yüzyılın başlarında Kommageneler’in atası Arsemez tarafından, Eski Kahta kalesinin karşısında kurulmuş krallığın yazlık başkenti ve idare merkezi. Güneydeki tören yolunda Mitras’ın kabartma steli, aynı platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı, yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 m. derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi bulunuyor.

Yeni Kale ve Gerger Kalesi (Fırat Arsameiası)


Kommageneler tarafından inşa edilen Yeni Kale, karşısındaki Arsemeia ile birlikte kullanılmış. Kale içinde çarşı, cami, zindan, su yolları, güvercinlik kalıntıları ve kitabeler bulunuyor.


Adıyaman’a 60 km. uzaklıkta Kocahisar köyü yakınında yer alıyor.

Karakuş Tümülüsü (Kadınlar Anıt Mezarı)

Kommagene Kralı II. Mithridates tarafından annesi İsas adına yaptırılan anıt mezar, sütun üzerindeki kartaldan dolayı Karakuş Tümülüsü olarak anılıyor. Doğu yönündeki sütun üstünde aslan ve kartal heykel kalıntıları, batıdaki sütunun üstünde tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası var.


Adıyaman-Kahta girişinde yer alıyor.

Diyarbakır Surları


Çin Seddi’nden sonra en uzun sur olması ile ünlenen Diyarbakır Surları 5.5 km. uzunluğunda ve 7.8 m. yüksekliğinde. M.Ö. 349 yılında Bizans İmparatoru Costantinus tarafından yenilenen surların yapılış tarihi tam olarak bilinmiyor. 16 kalesi ve 5 çıkış kapısı olan siyah bazalt surlar, kentin en ilgi çekici yeri. Ortaçağ askeri mimarisinin muhteşem örneğini oluşturan bu surlar yazıtlar ve kabartmalarla süslenmiş.

Hasankeyf


Mezapotamya Bölgesi’nde yer alan Hasankeyf, içinden Dicle nehrinin akıp gitmesi, korunaklı coğrafi yapısı, mesken olarak kullanılan binlerce mağarası ile dikkatleri üzerine çekmiş ve çağlar boyunca stratejik önemini korumuş bir antik yerleşim. Yekpare taştan meydana gelen kalesi nedeniyle “Hısn Keyfa” adını almış. Sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar’ın hakimiyetlerine giren Hasankeyf, stratejik önemini her zaman korumuş. Bu çalkantılı tarihinden günümüze çok sayıda tarihi eser taşıyan Hasankeyf, bugün ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyor. GAP’ın bir alt projesi olan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapımından sonra sular altında kalma tehlikesi içindeki Hasankeyf, kurtarılmayı bekliyor.

Kaledeki Ulu Camii


Eyyubilerin Hasankeyf’teki ilk eseridir. 1325 yılında bir kilise kalıntısı üzerine inşaa edilmiş. Minarenin kuzeyinde bulunan alçı süsleme ve kitabe dikkate değer. Cami minberinden günümüze ulaşan ahşap kitabe, yazısı ve oyma süsleriyle günümüze ulaşan nadir parçalardan biri.


Büyük Saray


Kalenin kuzeyinde Ulu Camii’nin altında yer alıyor. Büyük ölçüde yıkılmış ve göçükler altında kalmış. Yapının en önemli özelliği, binadan bağımsız, giriş kapısının karşısında dikdörtgen bir kulenin yükseliyor olması.

Köprü


Tarihi kaynaklarda köprünün 1116 tarihinde Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı yazılı. Ancak Hasankeyf’in 638 yılında Müslümanlarca feth edildiği sırada da bir köprüden bahsedilmekte. Bu nedenle köprünün antik bir temel üzerinde yapıldığı sanılıyor. Yapı, kemer açıklıkları itibariyle Ortaçağ’da yapılan taş köprülerin en büyüğü. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metre. Araştırmalara göre köprünün en büyük kemerin ortası ahşaptanmış. Düşman şehre saldırdığı zaman yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirmiş.

El-Rızk Camii


Dicle Nehri’nin doğusunda köprü ayağına yakın bir mevkide yer alıyor. Portal girişindeki kitabeden eserin, 1409 yılında Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. Bu gün camiden sadece minare sağlam kalmış. Kısmen yıkılmış portal giriş kapısında yer alan kitabenin altında, bitkisel süsler arasında Allah’ın 99 ismi yazılmış.

Zeynel Bey Türbesi


Kısa bir süre Hasankeyf’de hakim olan Akkoyunlular’a ait tek eserdir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e ait olduğu üzerindeki kitabeden anlaşılmakta. Türbenin silindirik gövdesi üzerinde turkuvaz ve lacivert sırlı tuğla ve kuşaklar oluşturulmuş. Bu kuşaklarda sıra ile “Allah, Muhammed ve Ali” isimleri hayranlık verici bir şekilde yazılmış.

Mardin Kalesi


Diğer adı “Kartal Yuvası” olan Mardin Kalesi, Subari, Sümer, Babil, Mitaniler, Asur, Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdaniler, Selçuklular, Artuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safaviler, Osmanlılar dönemlerini kimi zaman zaferlerle, kimi hayal kırıklıklarıyla yaşamış çok önemli bir kale.

MS. 330 yılında ateşe ibadet eden ve güneşe tapan Şad Buhari isminde bir kral gelip Mardin kalesinde kalmış. Hasta olan kral, kalede iyileşince, kendisine bir kasır yaptırıp, 12 yıl burada yaşamış. Daha sonra kendi memleketi Pers ve Babil’den birçok asker ve sivil getirip, onları bölgeye yerleştirmiş. Getirilen halk sayesinde kent zenginlemiş, gelişmiş. M.S.442’daki bir veba salgını kale halkının sonu olmuş. MS. 542’e kadar Mardin Kalesi boş kalmış.

Kalenin ovadan yüksekliği bin metre kadar. Kalenin bir kısmı sarp kayaların üzerine oturmuş. Kalenin güney kesiminde bir kule hala ayakta. Kalede daha önceleri mesken olarak kullanılmaya yarayan kalıntılar gözlenmiş.

19.yüzyılın ilk yarısında mevcut olan surların, bugün bazı yerlerde yalnız temellerine rastlanıyor. Bir çok kez kuşatılan kale, Timur’u bile çileden çıkaran direnişini, bünyesinde barındırdığı su sarnıçları ve ambarlarındaki bolluk ile sağlamış. Şehrin altı kapısı varmış. Bunlar; batıdaki Diyarbakır Kapı, doğuda Savur Kapısı, kuzeyde Bab-ı Şavt, kuzeybatıda Bab-ı Hamara, güneybatıda, Bab-ı Zeytun, güneyde Bab-ı Cedid (Yeni kapı).

Bu kapıların sağlamlığı kalenin uzun yıllar zapt edilemeyişine önemli bir etken teşkil etmiş. Kartal Kalesi’nin şöhreti o kadar yaygınmış ki, pek çok şaire ilham kaynağı olmuş.

Deyr-ul Zaferan Manastırı


Deyrul; ibadet edilen yer, zaferan ise civarda bolca yetişen safran otu anlamına geliyor. Manastır, 4. yüzyılda inşa edilmiş 1600 yıllık bir yapı. Deyr ul Zaferan, Yukarı Mezopotamya’nın tarihi yapıtlarından en tanınmış olanlarından biri ve Süryani Kadim Cemaatinin dini merkezi. Bugünkü Süryanilerin ataları olan ve güneşe tapan Aramiler, M.Ö 2. binden başlayarak 4 bin yıl boyunca burada her güneş doğuşunda bir ayin düzenleyerek güneşe kurbanlar sunarlarmış. İsa’dan sonra Hristiyanlığı benimseyip kiliseler kurmuşlar. Manastırın kurulduğu dönemden kalma mozaikler bugün de duruyor. Canlı bir tarih görünümünde olan manastırın en büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani patriğinin mezarlarının bulunması.  Manastırın içinde tarihi bir İncil ve kutsal taş mevcut ve ilk tıp fakültesinin burada kurulduğu söyleniyor.




Mardin’in 5 km. doğusunda yer alıyor.

Meryem Ana Kilisesi ve Patrikhane


1860 yılında Patrik Antuan Semheri tarafından yaptırılan kilisede; kemer, yuvarlak taş sütunlar ve avluda korkuluklar

yer alıyor. Patriğin oturma yeri ile İncil vaiz yeri, üzüm salkımlı motiflerinin ahşap el işçiliğiyle bambaşka bir görünüm sergilemekte.

1895 yılında Antakya Patriği İğnatuos Benham Banni tarafından inşa edilen Patrikhane ise bugün müze olarak hizmet veriyor.


Mardin’in 40 km. doğusunda, Hah Köyü’nde.


Mar Gabriel Manastırı / Deyrülumur


Yerel adı Deyrülumur. Kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ başında yalnız bir manastır. Süryani Cemaati’nin ünlü ve büyük yapıtlarından olan manastır, yüksekçe bir tepeye kurulmuş. Manastırın temelleri M.S. 397 yılında atılarak kısa sürede tamamlanmış. Değişik tarihlerde manastırın içine ve dışına ekler yapılmış. Bir kısmı Bizans mozaikleriyle bezeli. Öteki yapıların çoğu 19. yüzyıl tarihli, bazısı yeni. Cumhuriyetten sonra uzun süre terkedilmişsede şimdi kimi çabalarla yeniden canlandırılmış. 


Midyat’ın 18 km. doğusunda yer alıyor.