Meltem Ege ile Domino Teorisi Üzerine Kaldığımız Yerden Devam

Geçen sene Meltem Ege ile ilk konuştuğumuz zaman Finlandiya’daki 12. Lady Summertime yarışmasında birinci olmuş ve dönmüştü. Ama henüz dünyanın en ünlü ve prestijli müzik okullarından birisi olan Berklee’ye gitmemişti. Daha sonra Meltem Amerika’ya gitti ve tekrar Türkiye’ye döndü. Hoş bir tesadüf onu müzik dünyasına taşıyan Nardis’te sahne aldığı gece onunla yeniden sohbet ettik ve bir röportaj için sözleşerek ayrıldık. Onunla tekrar konuşmadan önce geçen sene yazdığım yazıya baktım. Meğer sohbetimizde Meltem bakın neler demiş:

“Klasik müzikle yola çıktım, piyanist oldum ama sonra yolumu değiştirdim. Artık klasik müziğe zaman ayıramıyorum ve ilham almıyorum. Bu güne kadar de ders almadan jazz müziğinde bir yerlere geldim ama şimdi iyi bir eğitim alacağım. Birçok sevdiğim ve takip ettiğim jazz müzisyeni var ama aralarında bir ayırım yapmıyorum. Daha doğrusu düşüncelerimi kendime saklamak istiyorum. Dönünce kendi ülkemde de bir şeyler yapmak istiyorum, bir okul açacak gücü toplamam gerekiyor.

İnsanın kendisine dönüp bakıp ne olduğunu görmesi çok zor bir şeydir. Her alanda herkese şunu diyorum; gitmek istediğiniz yolda cesur olun, sevdiğiniz konuda bir şeyler yapmaktan korkmayın. Aslında hayatta hiçbir yenilgi yok, sadece yeni bir şeyler öğrenmek var.Ben korksaydım hiçbir yere varmazdım, ne oluyorsa zaten oluyor, cesaretle yola çıkmak lazım. Siz de korkmayın ve bir an önce yola çıkın”. Ben ise Meltem’in yüreğinin götürdüğü yolda başarılı olacağına, buraya dönünce Berklee’den aldığı ışığı başka yüreklere taşıyarak tek bir domino taşının mucizeler yaratabileceğini göstereceğine içtenlikle inanıyorum demiştim.

Sonra teyp döndü, ona Amerika’da yediğin içtiğin senin olsun, bize jazz namına neler gördüğünü anlat dedim, o anlattı ben dinledim:

“Berklee gerçekten müthiş bir okul, insana çok geniş seçenekler yelpazesi sunuyor. Kendi ana diploma dalını seçmeden önce ilk yıl herkes birlikte okuyor. Armoni, kulak eğitimi gibi temel müzik derslerini alarak eğitimime başladım. Buraya dönmeden önce ana dalımı seçtim ve okula deklare ettim, Jazz Performance Vocal konusunda okumaya devam edeceğim. Ben zaten bu konuda çalışmak için gitmiştim ama ses mühendisliği, müzik prodüktörlüğü gibi birçok konuda öğrenim görmek mümkün, ben ayrıca bazı yan dersler de aldım. Gelecek seneden itibaren asıl ihtisas konum olan jazz vokali derslerini almaya başlayacağım.

Ben Bilkent üniversitesinde piyanist olmayı ve biraz da vokalist olmayı öğrenmiştim. Şimdi orada gerçek bir müzisyen olmayı öğreniyorum. Bilkent’teki eğitimimiz klasik müzik ve enstrümana, benim durumumda piyano odaklı idi. Üniversitenin zorunlu dersleri vardı, örneğin devrim tarihi, onları alırdık bir de her yıl bir repertuar hazırlar ve sene sonunda onu çalardık. Günde uzun uzun o programı hazırlardık ve çok zamanımızı alırdı bu çalışma. Bir piyanist olarak yetiştim.

Jazz’a başlamam tesadüf ile oldu. Aslında küçükken evde sesimin güzel olduğu konuşuluyordu. On sekiz yaşındayken üniversiteye yeni gittiğim yılda bir müzik grubunda hem klavye çalacak hem de vokal yapacak bir kişi arıyorlardı, bana soruldu ve kabul ettim. Önce sadece klavye çalıyordum, sonra bir iki parçada klavye çaldım, herkesin hoşuna gitti. O grupta klavyeciliğim bitti, daha sonra sadece vokalist oldum. Bu aslında klavyecilikten de bir kaçış oldu benim için. Vokalist olarak kendimi daha iyi ifade edebiliyordum, geceleri gidip bir yerlerde şarkı söylerken çok eğleniyorduk. Önceleri sadece rock söylüyorduk. Sonra diğer gruplarda funk söyledim, R&B söyledim. Jazz ise çok daha yeni, ilk önce 2 sene evel bir grupta jazz söyledim. Hatta rock söylediğimiz grupta ilk defa jazz söyledik”.

Peki Berklee sana nasıl bir ufuk açtı?

“Şöyle bir ufuk açtı diyebilirim. Orada öncelikle çok ciddi bir jazz armonisi ve teorisi dersleri aldım. Bunları da müzikte nasıl kullanabileceğinizi öğretiyorlar, sadece kurallarla sınırlı kalmıyorlar. Bu açıdan çok gerçekçiler. Düzenleme dersi aldık, değişik müzik enstrümanları için düzenleme nasıl yapılır müzikte nasıl kullanılır, bize öğrettiler. Örneğin bir vokalist olarak bir basçıya ne istediğini öğretirken kendi bakış açınla değil bir basçının bakış açısıyla bunu nasıl anlatacağını öğrendik. Bir davulcuyla onun bakış açısıyla nasıl konuşacağını öğreniyorsun. Birçok da beste yaptık. Önce çok afalladım. Klasik müzikte ne yapacağın bellidir, nota önündedir. Stiller ve dönemlere göre kurallar bellidir. Berklee’de ise hele sen önce bir şey yarat, daha sonra bakarız dediler. Kısacası bizde önce bir üretkenlik açtılar. Bu çok önemli, düzenleme dersinde altı yedi değişik enstrüman için düzenleme yaptım ve benim için çok önemli bir deneyim oldu. Gitar dersine yazıldım. Gitar öğrendim. Müziğe çok daha geniş bir açıdan bakmayı öğrendim”.

Oraya dünyanın yedi düvelinden adam gelmiştir, peki onlardan jazz adına ne öğrendin?

“Oraya gerçekten dünyanın her yerinden çok yetenekli insanlar geliyor. Sadece genç değil her yaştan insan var ve herkes kendi şehrinin en iyisi. Oraya gelip diğer insanlarla bir araya gelince insanda önce bir ego bocalaması yaşıyorsun. Ben iyi idim diyorsun ama yanına bakıyorsun, o baktığın kişi de müthiş. Herkes mükemmel ve müthiş. Buna adapte olabilmek için çok önemli bir geri adım atıyorsun ve düşünsel olarak kendinden vazgeçiyorsun. Buradaki herkes meslektaş diyorsun kendini bir birey olarak değil büyük bir dünyanın parçası olarak görüyorsun. Bu çok değişik bir bakış açısı.

Ben büyük konuşmayayım, olaya ego ile zaten yaklaşmıyordum, piyanodan geliyorum yarışmalar benim için yeni bir şey, kendini ortaya atıp ben şöyleyim, ben böyleyim demenin yersiz olduğunu görüyorsun. Orada bunun akıllı bir şey olduğunu konuşan asıl şeyin müzik olduğunu görüyorsun.

Jazz olarak da sana cesur olmayı öğretiyorlar, önce adımını at, bir şeyler çal, öyle ortaya çok deniliyor. Önce çal, titreşimler ortaya çıksın, düzeltilmesi gereken bir şey varsa o zaman düzeltirsin deniyor. Ama sadece öğrenerek bir şey yapamazsın, at kendini ortaya ve müziğini yap deniliyor. Önce üret sonra dön bak ne yaptığına deniliyor, bu çok önemli bir şey. Buna alışmak da olay oluyor”.

Bir yıl geçti farklı bir insansın, teknik olarak da stil olarak da farklısın,  sen kendini nasıl görüyorsun?

Okumuşluk olarak başlayayım. Hocalarımdan Lisa Thorson benim bazı korkularımı üzerimden atmama yardımcı oldu. Ben kendi kendime vokal okumadım, mutlaka yanlışım vardır diye düşünüyordum, hocam bana bunu bıraktırdı. İlk dönemde klasik müzik eğitimi almış ama şimdi metal söyleyen bir hocam vardı, onunla şan tekniği çalışıyordum. Oktav nereye kadar çıkarız Ses açıldı mı, nereye kadar açılabilir gibi konular üzerinde çalışmıştık. Onunla fazla ileri gitmediğim hissediyordum. Lisa ile çalışırken ise her telden müzik söylüyorduk, aryalar, jazz ve diğer şeyler. Olaya tür olarak değil bir vokalist açısından yaklaşıyorduk. Ben bazen teknik olarak zorlandığımda kadın olaya teknik olarak değil düşünsel olarak yaklaşıyordu. Bana rahat ol, örneğin istediğin sesi çıkaramıyorsan dizlerini bük öğle çıkar diyordu. Yani olaya bedensel ve zihinsel bir bütün olarak yaklaşıyordu, her ikisini de açıyor ve içimde olan şeyi dışarı çıkartmamı sağlıyordu. Böyle bir fayda gördüm. Bireysel ol, özgün ol, bir kalıba girme sende ne varsa onu ortaya koy, insanlar zaten onu görmek istiyor, bin kere birisinin yaptığı şeyi değil kendine has bir şey ortaya koy. Bu benim için korkudan sıyrılmamada çok faydalı oldu. Neysen osundur.

Başka bir şey olamaya çalışma. Elbette dersler seni ses tekniği olarak geliştiriyor. Kafa ve beyin açılması oldu bu yüzden de kulağıma çok daha fazla şey yerleşmiş, rahat hareker ediyorum çünkü kendimi engellemiyorum. Klasik eğitimden geldiğim için neyin nereden geldiğini zaten müzik olarak gitmeden önce de biliyordum. Doğru mu yapıyorum diye şüphe ile gittim ve doğru yaptığımı gördüm, en önemli farklardan birisi de bu. Bilincim açıldı.

Peki, bu anlattıklarına göre Amerika’daki ve Türkiye’deki yaklaşımların arasındaki temel fark ne oluyor?

Üniversitelerden bahsetmeyelim, bence asıl fark iki ülke arasındaki fark değil. Örneğin benim Türkiye’deki okulum Bilkent Üniversitesi bir müzik okulu olarak çok iyi. Bence asıl bahsedilmesi gereken şey klasik ve jazz arasındaki fark. Klasik müzik eğitime daha elit yaklaşıyor, hocalarında müzisyenlerinde farklı ve elit yaklaşımları var. Yüzyıllardan beri verilen bir eğitimi veriyorlar ve onun içinde oynama esneme payı dar. Biraz üniversitedeki hocalarınız ne derse, ne beğenirlerse onu yapıyorsunuz.

Berklee’de ise hocalar çok daha açık ve rahatlar, sizi bir meslektaş olarak görüyor ve cesaret veriyorlar, herkese cesaret veriyorlar. Jazz öyle bir şey ki hiç kimse dinlemese de bir yerlere gidebilir, çok insana özgü bir müzik. Çok özgür, bireye ve döneme göre değişen şekil değiştiren bir müzik. Gündeme ayak uydurabiliyor. Bu yüzden bir yerde durması ve tıkanması mümkün değil. Bize hep Türkiye’de yeterli jazz dinleyicisi yok diyorlar, hep bir tıkanıklık varmış gibi bir hava veriyorlar. Evet, benim Ankara’da jazz söylediğim bazı kulüpler şimdi kapanmışlar ama onların yerine İstanbul’da kulüpler açılmış. Burada insanların cesaretleri kırılmış gibi gözüküyor bana.

Meltem Ege jazz müziğine neler getirecek?

Benim inandığım şey şu, yol biraz da kendiliğinden açılacak ben her şeye açığım ve gittiğim yere bilinçli olarak gitmeye çalışıyorum. Berklee beni gittiğim yolda daha da fazla etkileyecek. İlk yıl bir iki ders aldım, adapte oldum ama daha gidecek çok yolum ve öğrenecek çok şeyim var. Albüm yapmayı düşünüyorum, bu beni dinleyenler tarafından da söyleniyor ama hiçbir şeye acele ederek girmek istemiyorum. Albüm olacak ama doğru zamanda ve ben hazır olunca olmalı. CD demek ortaya özgün bir şey koymak olmalı. Bunu şimdi de ortaya koya bilirim ama içim henüz rahat değil ve kendimi hazır hissetmiyorum.

Türkiye’de Berklee’ye gökteki bir yıldız gibi bakılıyor, halbuki oradaki insanlar çok açık insanlar. Bizim müzisyenlerimiz de cesur olmalı. Orayı ulaşılması imkansız bir yer olarak görmemeliler. Benim gibi jazz yolunda yürümek isteyenlere söylemek istediğim bir şey var: Cesur olun kendinize inanın ve inançlarınızın peşinden gidin.

Bu noktada onun gelecek ile ilgili bir kısmı da özel hayata giren başka şeyler de konuştuk, bunların hepsini şimdilik sizlerle paylaşamıyorum. Ama geçen sene yaptığımız konuşmada Meltem bazı ip uçları vermişti, onları tekrarlıyorum: “Çevremizdeki birçok kişi bize Türkiye’de ne işiniz var, yurt dışına gidin ve ne yapacaksanız orada yapın diyorlar. Ben bu görüşe karşıyım. Evet, yurt dışına gidelim bu doğru, ama bir başka doğru da şu. Burası doğup büyüdüğümüz ülke. İnsan dışarıda güç toplamalı ama sonunda ülkesine geri dönmeli.

Bir kişi tek başına önemli bir fark yaratamaz diyorlar. Buna da katılmıyorum. Doğru insanlarla çalışıp kendimizi geliştirirsek fark yaratabiliriz diye düşünüyorum. Ben bir kişinin fark yaratma çabasının kendi ötesinde olumlu bir domino etkisi yaratacağına inanıyorum. Bence ölümsüzlük diye bir şey yok, hayat sürelerimiz sınırlı ama geriye bırakabildiğimiz bir şey var. Genç beyinlerde bir güzellik bırakabiliriz. Bu güzellik ise sonsuzluk olabilir, senin devrilecek bir tek taşın oluyor ama o tek taş sonsuza kadar başka taşları devirebiliyor”. Sizin anlayacağınız Meltem ile domino teorisi üzerine konuşmaya devam edeceğiz.

Başak Yavuz     

basakyavuz@gmail.com