Şu jazz dedikleri_51.SAYI

Şu jazz dedikleri…

“JAZZ is the big brother of Revolution. Revolution follows it around.  JAZZ Devrim’in ağabeyidir. Devrim onun peşinde dolaşır.” – MILES DAVIS

6 Ağustos 1930 günü, Chicago’da, 12 çocuklu bir ailenin 10. çocuğu olarak dünyaya gözlerini açan Abbey Lincoln’ün gerçek ismi Anna Marie Woolridge’dir. Michigan’daki bir çiftlikte büyürken 5 yaşından itibaren müzikle ilgilenmeye başladı ve fırsat buldukça evdeki piyanonun başına geçti. Zaman içinde hem piyano çalmayı, hem de piyano eşliğinde şarkı söylemeyi öğrenen küçük kızın düşlerini artık şarkıcılık hayalleri süslüyordu. 14 yaşındayken, annesiyle birlikte Kalamazoo’ya yerleşen Anna Marie, bir yandan para kazanmak için hizmetçilik yapıyor, öte yandan da okul orkestrasında şarkı söylüyordu. Yöresel bir grupta ilk kez profesyonel şarkıcılığa soyunan genç kız, bir süre sonra da Chicago’nun gece klüplerinde boy göstermeye başladı ve 19 yaşındayken şarkıcılar arasında düzenlenen bir yarışmayı kazandı. Bir dans orkestrasıyla Michigan’da turneye çıktıktan sonra, 21 yaşındayken California’ya gitti ve burada varyete şarkıcılığına başladı. 1952’de Hawaii’ye geçerek, iki yıl boyunca Honolulu’nun gece kulüplerinde Anna Marie ismiyle şarkı söyledi. Tekrar Los Angeles’a döndüğünde ise, bu kez Gaby Lee adı altında foto modellik ve Hollywood’un gece kulüplerinde şantözlük yaparak Moulin Rouge’da sahne alan Lincoln, burada ünlü söz yazarı Bob Russell tarafından keşfedildi. Abbey Lincoln’a, sanat yaşamı boyunca kullanacağı bu ismi veren ve ona ilk plağını doldurma olanağını sağlayan da yine Bob Russell’dır. New York’a taşınan ve efsanevi Jazz kulübü Village Vanguard’da sahne alan şarkıcının, kendi adına doldurduğu ilk albüm, 1956 yılında Liberty plak şirketi için kaydettiği, Benny Carter ve Marty Paich’in düzenlediği standartları, yaylıları da içeren bir büyük orkestra eşliğinde seslendirdiği “Abbey Lincoln’s Affair: A Story of a Girl in Love”dır. Sesinin gücü kadar, etkileyici bir güzelliğe de sahip olan Abbey Lincoln, yine Bob Russell’ın aracılığıyla, o yıl, Jayne Mansfield’in başrolünü oynadığı “The Girl Can’t Help It”te rol aldı ve pek çok sinemasever için Mansfield’den daha seksapelli bir kadın olduğunu gösterdi. O günlerde “Siyahi Marilyn Monroe” diye anılan sanatçı, davulcu Max Roach’la tanıştı ve bir süre sonra onunla birlikte yaşamaya başladı. Yıllarca varyete şarkıcısı olarak çalışmasına karşın, 50’li yılların sonunda Riverside için doldurduğu “That’s Him”, “Abbey Is Blue” ve “It’s Magic” albümleriyle Jazz şarkıcılığında da iddialı olduğunu gösteren Abbey Lincoln, 1959 yılında “Jamaica” adlı gezici müzikalde başrolü üstlendi. Ancak onu asıl şöhrete ulaştıran çalışma, Max Roach’un 1960 yılında Candid plak şirketi için kaydettiği, zencilerin ırkçılığa karşı mücadelelerinde bilinçli bir mesaj taşıyan “We Insist! – Freedom Now Suite” adlı albümü olmuştur. Jazz’da protest tarzın öncülerinden olan bu ünlü yapıta, sesi ve çığlıklarıyla büyük katkıda bulunan ve ertesi yıl Candid için doldurduğu “Straight Ahead” adlı albümdeki şarkıların birkaçına çarpıcı ve bilinçli sözler de yazan Lincoln, o dönemde yaptığı müzikle politik bir kişiliğe bürünmüştü. Altı senelik bir beraberliğin ardından, 1962 yılında Max Roach’la evlenen şarkıcı, eşinin bazı plak çalışmalarına katıldıktan sonra, 1964’de “Nothing But a Man” adlı sosyal içerikli filmde başrolü üstlendi.

Bunu 1968’de, Sidney Poitier’nin karşısında oynadığı romantik komedi “For the Love of Ivy” izledi. Bu iki filmdeki başarılı oyunculuğuyla eleştirmenlerin ilgisini çekmesine ve hatta Altın Küre ödülüne aday gösterilmesine karşın, Abbey Lincoln, radikal politik kişiliği yüzünden, bir süre için ne plak, ne de film çalışması yapabildi ve bu çalkantılı dönemde bazı kulüplerde şarkı söylemekle yetinmek zorunda kaldı. 1970 yılında Max Roach’dan boşanan şarkıcı, tekrar Los Angeles’a döndü ve bazı TV dizilerinde rol aldı. 1973 yılında Japonya’da kaydettiği “People in Me”, sanatçının 10 yıllık bir aradan sonra yaptığı ilk albümdü ve ilk kez kendi bestelerini seslendirmeye başlamıştı. Geçimini sağlamak için 1974 yılında Northridge’deki California Eyalet Üniversitesi’nde sahne sanatları dersi vermeye başlayan Abbey Lincoln, ertesi yıl çıktığı Afrika yolculuğundan yepyeni bir isimle döndü. Artık onun adı Aminata Moseka’ydı. Siyahi ırkın gururu bu hem güzel, hem de akıllı sanatçıya, “iradeli ve kararlı” anlamına gelen Aminata adını Gine cumhurbaşkanı, Afrika dinlerinde aşk tanrıçası olan Moseka’yı ise Zaire kültür ve enformasyon bakanı uygun görmüştü. Yedi senelik bir sessizlik döneminin ardından, Paris’te saksofoncu Archie Shepp ve o sırada turnede olan Amerikalı müzisyenlerle “Painted Lady” albümünü doldurduğu 1980 yılına kadar şiirler kaleme alan, resim yapan, yazdığı tiyatro eserlerini sahneye koyan Abbey Lincoln, yeni plaklarında da artık daha ağırlıklı olarak, politik ve sosyal yorumlar kattığı kendi bestelerine yer vermeye başladı. 1983’ün Kasım ayında, o sırada 27 yaşında olan alto saksofoncu Steve Coleman’la beraber, Alman plak şirketi Enja için “Talking to the Sun” albümünü kaydetti. 1987 yılında, idolü Billie Holiday’in anısına yine Enja için yuptığı kayıtlar önce iki ayrı albümde; daha sonra da birarada yayınlandı.

1990’larda, Fransız prodüktör Jean-Philippe Allard’ın gözetiminde PolyGram grubu için, birbirinden başarılı albümlere imza atmaya başladı. 1990’dan itibaren, üç yıl boyunca, her Şubat ayının son haftasında stüdyoya giren Abbey Lincoln, sırasıyla “The World Is Falling Down”, “You Gotta Pay the Band” ve “Devil’s Got Your Tongue” isimli albümleri doldurdu. Seslendirdiği şarkıların sözlerini adeta yaşayan ve sadece kendisi için anlamlı sözleri olan şarkıları yorumlayan Abbey Lincoln, PolyGram’ın başarılı pazarlama metodlarıyla, 1990’lı yıllarda Jazz dünyasında Betty Carter’dan sonra en fazla ilgi gören şarkıcı konumuna ulaştı; onun ölümünden sonar da pek çok Jazz eleştirmeni ve Jazzsever tarafından yaşayan en büyük Jazz şarkıcısı Kabul edilmeye başlandı. Spike Lee’nin ünlü filmi “Mo’ Better Blues”la yeniden beyazperdeye dönen Abbey Lincoln, sanki geçmiş yılların acısını çıkarmaya çalışarak, son 15 yılda tempolu bir biçimde albümler doldurmayı ve konserler vermeyi sürdürdü. 2002 yılının Mart ayında New York’ta, Lincoln Center’da 3 gece arka arkaya verdiği konserlerde, her gece farklı bestelerini seslendirdi. 2007 yılının Mart ayında bir açık kalp ameliyatı geçirmesine ve artık 80 yaşına yaklaşmasına karşın, ne sesi ne de fiziğiyle bu yaşını hiç belli etmeyen Abbey Lincoln, doğru bildiği yoldan ödün vermeden, uzun yıllar sonra şöhreti yakalamanın keyfini sürmekte. Bu keyfi, verdiği konserlerde, oyunculuk deneyimini de yansıtan dinamik sahne performansıyla izleyicilerine de taşımayı bilen sanatçının 50 yılı aşan müzik yaşamında kaydettiği tüm albümleri aşağıda bulacaksınız. Her zaman olduğu gibi, bunlar arasından belli bir dönemde ülkemize ithal edilmiş olan CD’leri birer ay-yıldızla işaretledik. Öncelikli olarak alınması gereken, en başarılı yapıtlarını ise birer okla vurguladık.

DERLEME ALBÜM

(İlk CD’lerini alacaklar ve kısıtlı bütçeler için)

 You & I  “ENJA Years” (1983-87)  JAZZFEST 2202

ÖZGÜN ALBÜMLER

(Kapsamlı bir koleksiyonu hedefleyenler için)

* Abbey Lincoln’s Affair: A Story of a Girl in Love (1956) LIBERTY/BLUE NOTE

* That’s Him  (1957)  RIVERSIDE/OJC OJCCD-085

Ú It’s Magic  (1958)  RIVERSIDE/OJC OJCCD-205

Ú Abbey Is Blue  (1959)  RIVERSIDE/OJC OJCCD-069

Ú (Max Roach albümü) We Insist! – Freedom Now Suite  (1960)  CANDID CCD 9002

Ú Straight Ahead  (1961)  CANDID CCD 79015

* People in Me  (1973)  PHILIPS/ITM 1439 (Avrupa)

(aynı albüm: Naturally  (1973)  NEWEDITION 8701 (ABD))

Ú Painted Lady  (w/ Archie Shepp)  (1980)  BLUE MARGE/ITM 1422 (Avrupa)

(aynı albüm: Golden Lady  (w/ Archie Shepp)  (1980)  INNER CITY 1117 (ABD LP))

* Talking to the Sun  (1983)  ENJA 79635

Ú Abbey Sings Billie, Vol. 1 & 2 (1987)  ENJA 91342  (2 CD)

Ú The World Is Falling Down  (1990)  VERVE 843476

Ú You Gotta Pay the Band  (1991)  VERVE 511110

* Devil’s Got Your Tongue  (1992)  VERVE 513574

Ú When There is Love (w/ Hank Jones)  (1993)  VERVE 519697

* A Turtle’s Dream  (1995)  VERVE 527382

* Who Used to Dance  (1996)  VERVE 533559

* Painted Lady: In Paris (Live)  (1996)  EPM Musique 152022

* Wholly Earth  (1999)  VERVE 559538

Ú Over the Years  (2000)  VERVE 549101 

Ú It’s Me  (2003)  VERVE 126802

Ú Abbey Sings Abbey  (2007)  VERVE 9847030

ÖLÜMSÜZ STANDARTLAR

THESE FOOLISH THINGS

(REMIND ME OF YOU))

Söz: Ted Koehler

Müzik: Rube Bloom

A cigarette that bears a lipstick’s traces,

An airline ticket to romantic places,

And still my heart has wings…

These foolish things remind me of you.

A tinkling piano in the next apartment,

Those stumbling words that told you what my heart meant,

A fairground’s painted swings…

These foolish things remind me of you.

You came, you saw,

You conquered me.

When you did that to me,

I knew somehow this had to be.

The winds of March that made my heart a dancer,

A telephone that rings,

And who’s to answer?

Oh, how the ghost of you clings…

These foolish things remind me of you.

The first daffodil and long excited cables,

And candle lights on little corner tables,

And still my heart has wings…

These foolish things remind me of you.

The park at evening when the bell has sounded,

The ‘Ile-de-France’ with all the gulls around it,

The beauty that is spring’s…

These foolish things remind me of you.

How strange, how sweet

To find you still,

These things are dear to me,

They seem to bring you near to me.

The sigh of midnight trains in empty stations,

Silk stockings tossed aside, dance invitations.

Oh, how the ghost of you clings!

These foolish things remind me of you…

MORE THAN YOU KNOW

Söz:  Billy Rose & Edward Eliscu

Müzik: Vincent Youmans

Whether you are here or yonder,

whether you are false or true

Whether you remain or wander,

I’m growing fonder of you

Even though your friends forsake you,

even though you don’t succeed

Wouldn’t I be glad to take you,

give you the break you need

More than you know, more than you know

Girl of my heart, I love you so

Lately I find you’re on my mind

More than you know

Whether you’re right, whether you’re wrong

Girl of my heart, I’ll string along

You need me so

Much more than you’ll ever know

Loving you the way that I do

There’s nothing I can do about it

Loving may be all you can give

But baby I can’t live without it

Oh, how I’d cry, oh, how I’d cry

If you got tired and said “Goodbye”

More than I’d show

More than you’d ever know

ŞU CAZ DEDİKLERİ

Her Cuma gecesi 23:00-24:00 arası, TRT Radyo 3’te. 

Önemli kadın Jazz şarkıcılarının kapsamlı tanıtımı,

Dinah Washington’ın (DW) ve Abbey Lincoln’ın (AL)

özgün albümleriyle sürüyor.

BİR KİTAP / BİR VİDEO

THE COLOR OF JAZZ

Album Cover Photographs

By Pete Turner

Rizzoli Int’l Publications

ISBN: 0-8478-5798-0

ABD, 2006

144 sayfa

Kuşe Şömiz içinde Bez Ciltli

45 $

1970’li yılların sonunda ABD’de girdiğim ilk plakçı dükkanında iki Jazz plak şirketine özel reyon hazırlandığını görmüştüm: ECM ve CTI albümleri, diğer LP’lerden ayrı, kendilerine özel bölümlerde sergileniyorlardı. Bunların ortak özelliği, plak kapaklarının hemen göze çarpan albenisiydi. ECM albümlerinin dingin fotoğraflarına tam zıt bir şekilde, CTI albümlerinin parlak kapaklarını süsleyen fotoğraflar çarpıcı renkleri ve ilginç kompozisyonlarıyla, insanda mutlaka tadına bakılması gereken elma şekeri izlenimi uyandırıyordu. Deneyimli bir prodüktör olan ve yapımcılığını üstlendiği tüm albümlerin arka kapaklarını imzalamasıyla dikkat çeken Creed Taylor’ın kurduğu CTI, 70’li yıllarda çağa uygun Jazz prodüksiyonlarıyla, ünlü müzisyenlere tekrar stüdyoya girme şansı sağlarken, çoğu ortasından ikiye açılan bu ilginç kapak tasarımlarıyla da çağdaş ürün ambalajı ve pazarlama metodlarından yararlanıyordu. Ve tabii ki o dönemde ABD’de en çok satan Jazz plaklarının ECM ve CTI şirketlerinin çıkardığı albümler olduğunu vurgulamaya gerek yok sanırım! Öyle ki, yıllarca bazı Jazzseverlerin CTI albümlerini adlarıyla değil de, örneğin Antonio Carlos Jobim’in zürafalı, Wes Montgomery’nin sigara izmaritli, Paul Desmond’ın eriyen buz sarkıtlı, Milt Jackson’ın devekuşlu albümleri diye andıkları bilinir. O çarpıcı ve soyut fotoğrafları çeken kişi, reklam fotoğrafçısı olarak çalışan ve yapıtları 50 yıldır National Geographic, Esquire, Look, ve Sports Illustrated gibi farklı türlerde ama fotoğraflarıyla ünlenen dergilerin sayfalarını süslemiş Pete Turner’dır. Fotoğrafların hakkını vermek için, tasarımı long-play albüm boyutlarında (35 x 35 sm) yapılan bu “coffee-table” kitabı, Pete Turner’a ve onun hem CTI, hem de daha önce yine Creed Taylor’ın Verve ve Impulse! plak şirketlerinde yapımcılığını üstlendiği bazı Jazz albümlerindeki kapak çalışmalarına ayrılmış. Kitapta 100 kadar albümün kapakları bazen tam sayfa olarak sergilenirken, her çalışma hakkında Turner ve Taylor’ın açıklamalarıyla desteklenmiş. Kitabın önsözünü Quincy Jones, sonsözünü ise Creed Taylor kaleme almış. Bu kitaptaki fotoğraflara baktıktan sonra, çoğu artık piyasada bulunmayan bu LP albümleri (tabii ki CD versiyonları mevcut; ama onların kitapçıklarından aynı etkiyi edinmek mümkün mü?) arayıp satın almaya hevesleneceğinize dair iddiaya girmeye hazırım!

BLUE NOTE

A Story of Modern Jazz

Euroarts

ABD, 2008 (1997); 91’

Siyah-Beyaz & Renkli

1.78:1 Anamorphic

DD 2.0 Stereo / DTS

DVD Region 1 / NTSC

28.98 $

Jazz’a biraz olsun merak duyanların bile iyi bildiği gibi,

Blue Note, Modern Jazz’ın belki de en ünlü, efsanevi plak şirketidir. Blue Note’un öyküsü aslında, 1939 yılında ABD’ye göç eden iki Alman yahudisinin, Alfred Lion ve Frank Wolff’un öyküsüdür. Jazz’a hayran bu iki genç kafadar, Blue Note plak şirketini kurup 30 yıl boyunca Jazz tarihine geçen 500’den fazla albümün yapımcılğını üstlendiler. Bu dönemde, başka kimsenin kaydetmeye cesaret edemediği müzisyenlere kapılarını açtılar ve diledikleri tarzda müziği yorumlamalarına şans tanıdılar. Blue Note zaman içinde satandart bir kaliteyi tutturan ve kurumsal kimliğe kavuşan ilk plak şirketi oldu. Blue Note albümleri önce, çoğuı Reid Miles imzalı ilginç kapak tasarımlarıyla dikkat çekerler. Kapaklarda kullanılan fotoğrafları genellikle Frank Wolff kayıtlar sırasında çekmiştir. Albümlerin ses kalitesi ise muhteşemdir ve kayıtların çoğunda ünlü ses mühendisi Rudy Van Gelder’in ismine rastlanır. Lion ve Wolff’un 1965 yılında Capitol grubuna sattıği Blue Note 1970 yılında faaliyetlerine son verir. Ama gerçekte bu sadece 15 yıl sürecek bir ara olacaktır ve ünlü şirket 1985’te günümüzün en saygın Jazz prodüktörü sayılan Michael Cuscuna tarafından yeniden canlandılır… 35 yaşındaki bir Alman yönetmen tarafından 35 mm’lik bir belgesel olarak hazırlanan ve ilk kez 1997 yılında Amerikan Kamu Televizyonu PBS tarafından iki bölüm halinde yayınlanan “Blue Note –

A Story of Modern Jazz”, şirketin kurulduğu 1939’dan filmin çekildiği döneme kadar, hem Blue Note’un gelişimini, hem de buna paralel olarak Jazz’ın evrimini anlatıyor.

Boogie Woogie’den Swing’e, Bebop ve Hard Bop’tan Avant-Garde Jazz’a ve yakın geçmişin eklektik çalışmalarına kadar, Jazz tarihini Blue Note’ta kayıt yapmış müzisyenler aracılığıyla gözden geçirirken, Avrupalıların Jazz üzerindeki etkisini de vurguluyor. Çeşitli müzisyenler, Jazz eleştirmenleri, Lion ile Wolff’u tanıyan kişiler ve Carlos Santana, Taj Mahal, Kareem Abdul-Jabbar,

DJ Smash gibi kimi Blue Note hayranı ünlülerle yapılan söyleşiler, Blue Note müzisyenlerinin farklı dönemlerden (ve çoğu Avrupa’da kaydedilmiş) performanslarıyla renklendirilmiş. Jazz tarihine meraklı okurlarımızın koleksiyonlarına katması gereken bir DVD.

EFSANEVİ JAZZ MEKÂNLARI

APOLLO THEATER 253 West 125th Street, Harlem, New York, NY 

1914 yılında kapılarını açan ve önce New Burlesque Theater adını taşıyan mekana zencilerin girmesi yasaktı! 1928’te binayı satın alan Bill Minsky, mekanın adını, 1860’larda açılmış ve 19. yüzyılın sonuna kadar ayakta kalmış Apollo Hall’dan esinlenerek Apollo Theater’a çevirdi. Ancak 1934 yılında zencilere de açılan mekanda, “Jazz a la Carte” adlı bir zenci rövüsü de sahne almaya başladı. Aynı yıl, Ralph Cooper, Sr. radyodan yayınlanan ünlü programı “Amateur Nite Hour”u Apollo Theater’da sürdürmeye ve her Çarşamba gecesi 19:30’da bu mekanda amatör gençlere açık bir şarkı ve dans yarışması düzenlemeye karar verdi. Böylece, o yılın 21 Kasım gecesi, ilk “Amateur Night” yarışmalarından birini kazanan Ella Fitzgerald gibi, geleceğin pek çok ünlü ismi profesyonel müzik yaşamlarına ilk adımı bu mekanda attılar. Ertesi yıl Bessie Smith ilk kez Apollo’da konser verdi; onu Billie Holiday adında ismi duyulmamış bir şarkıcı izledi ve olağanüstü yeteneğiyle dinleyenleri büyüledi. Artık Apollo Tiyatrosu, tescil edilen sloganıyla “Where Stars are Born and Legends are Made” (Yıldızların Doğduğu ve Efsanelerin Oluştuğu Mekan) olarak anılmaya başlandı. Başlangıçta Jazz dünyasına Sarah Vaughan gibi genç yetenekleri kazandıran Apollo’da, hala aynı gün ve saatte sürdürülmekte olan “Amateur Night” yarışmalarında üne kavuşan isimler arasında Diana Ross, Jimi Hendrix, James Brown, Marvin Gaye, Stevie Wonder, Michael Jackson ve Mariah Carey gibi pop idolleri de bulunmaktadır. Her yıl 1.3 milyon kişi tarafından ziyaret edilen ve haftada ortalama 5 konserin verildiği bu efsanevi mekan, 1991’de New York Eyaleti tarafından satın alınıp kamulaştırılmış ve 2006 yılından itibaren 65 milyon dolarlık bir bütçeyle yenilenmeye başlanmıştır. 

Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *